Günümüzün emperyalist küreselleşme dünyasındaki belli başlı olayların yeni bir dünya savaşına dair çeşitli tartışmalar doğurmasında şaşılacak bir yan yok. Zira genel bir emperyalist paylaşım savaşının alametleri gitgide artıyor. Fakat 3. Dünya Savaşı’nın yaşanmakta oluşu ile yaklaşmakta oluşu arasındaki ayrım basit bir analiz farklılığına indirgenemez. 3. Dünya Savaşı, malum, tarihsel önemde devasa bir olaydır, bütün güncel ve dönemsel toplumsal ve siyasal koşullarda değişim anlamına gelir, eğer politik özne olunacaksa strateji ve taktiklerde, mücadele ve örgüt biçimlerinde buna uygun büyük değişiklikler gerçekleştirmeyi gerektirir. Yani, politik varoluşu bireysellikle sınırlı entelektüeller bir yana, 3. Dünya Savaşı sürüyor görüşünün örgütlü sahipleri açısından, bu görüşün politik konumlanışta bir karşılığı olması gerekir.
“Üçüncü dünya savaşında hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama dördüncü dünya savaşında taş ve sopalar olacağını biliyorum” demişti, Albert Einstein 1947’de. Buna benzer sözleri ondan kısa bir süre önce ABD ordusundan kimi subaylar da söylemişlerdi. Büyük bilim insanı Einstein’in bu ironik cümlesi elbette 3. Dünya Savaşı’na dair bilimsel bir tez sayılmaz, fakat yeni bir dünya savaşının muhtemel kapsamına ve yıkıcılığına dair ciddi bir uyarı olarak yabana da atılamaz.
Burada, 3. Dünya Savaşı’nın halihazırda yaşanmakta olduğunu ileri süren görüşler üzerinde duracak, yeni bir emperyalist dünya savaşının yaklaşmakta oluşu ile yaşanmakta oluşu arasındaki hiç de hafifsenemez farklılığa dikkat çekeceğiz.
3. Dünya Savaşı Sürüyor Çeşitlemesi
Türkiye ve Kürdistan’da sol liberal entelektüellerden antifaşist aydınlara, sosyalizm iddialı kimi parti ve gruplardan Kürt ulusal demokratik hareketine kadar birçok birey ve örgüt 3. Dünya Savaşı’nın bugün sürmekte olduğu görüşünü savunuyor.
Anti-troçkist nitelikli Proleter Devrimci Duruş ile troçkist çizgideki Marksist Tutum 3. Dünya Savaşı sürüyor tespitinde ortaklaşabiliyor. 3. Dünya Savaşı sürüyor tezinin eleştirisini yapan kimi yazılara da yayınında yer vermekle beraber Umut Gazetesi editoryası, “3. savaş konjonktürü” kavramsallaştırması temelinde benzer analizler yapıyor. Birikim dergisinin yazarları arasında, Enis Batur’dan Halil Berktay’a sol liberal entelektüeller safında, 3. Dünya Savaşı’nın yaşanmakta olduğu savunusunun çeşitli versiyonlarına sıklıkla rastlanıyor. 3. Dünya Savaşı yaşanıyor görüşlerinin yayılmasında Türkiye ve Kürdistan’daki en etkili kaynak, kuşkusuz ki, Abdullah Öcalan ve Kürt ulusal demokratik hareketi.
Dünyadan çeşitli parti ve örgütler, bir kısım solcu entelektüeller de 3. Dünya Savaşı sürüyor argümanını benimsiyorlar. Zapatistalar ise, liderleri Marcos’un tarif edişiyle, 3. Dünya Savaşı olarak yaşanmış olan Soğuk Savaş’ın ardından 4. Dünya Savaşı’nın gerçekleşmekte olduğundan bahsediyorlar.
3. Dünya Savaşı sürüyor görüşlerinde, bu savaşın ne zaman ve hangi olayla başladığına, taraflarının kimler olduğuna, neleri kapsadığına dair önemli farklılıklar bulunuyor. SSCB’nin çöküşü ve Varşova Paktı’nın çözülüşü sonucu Soğuk Savaş’ın bitmesi, ABD’nin 1. Körfez Savaşı’nı başlatması, Batılı emperyalist devletler koalisyonunun Yugoslavya’ya saldırması, 11 Eylül’de İkiz Kuleler’e saldırıyı takiben ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesi, ABD’nin 2. Körfez Savaşı’na girişmesi ya da Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesi 3. Dünya Savaşı’nın başlangıç momenti olarak alınabiliyor. Rusya-Ukrayna savaşının 3. Dünya Savaşı tartışmalarını bilhassa alevlendirdiği açık.
3. Dünya Savaşı’nın tarafları konusunda da, savaşın bir tarafını emperyalist saldırganlığın odağı olarak ABD’nin ve onun etrafındaki Batılı emperyalist blokun oluşturduğunda hemfikir olunmakla birlikte, çok çeşitli değerlendirmeler yapıldığı görülüyor. Bu değerlendirmelerde savaşın ikinci tarafına, ekseriyetle Rusya-Çin bloku, daha özgün olaraksa emperyalist küreselleşmenin gereklerine boyun eğdirilecek devletler, İran, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Müslüman toplumlar ya da bütün emekçi insanlık yerleştiriliyor.
3. Dünya Savaşı sürüyor görüşlerinin çoğunluğundaki kesişim kümesinde ise, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı’ndan farklı olarak, kapitalist sistemin genel krizinin derinliğinin, askeri teknoloji ve savaş araçlarındaki değişimin bugün dünya savaşının taraflarını birbirleriyle doğrudan savaşa tutuşmaktan, topyekün ve yok edici bir savaşı başlatmaktan kaçınmak zorunda bıraktığı, bu yüzden 3. Dünya Savaşı’nın kendine özgü yeni bir biçime bürünerek geliştiği iddiası yer alıyor.
Günümüzün emperyalist küreselleşme dünyasındaki belli başlı olayların yeni bir dünya savaşına dair çeşitli tartışmalar doğurmasında şaşılacak bir yan yok. Zira genel bir emperyalist paylaşım savaşının alametleri gitgide artıyor. Fakat 3. Dünya Savaşı’nın yaşanmakta oluşu ile yaklaşmakta oluşu arasındaki ayrım basit bir analiz farklılığına indirgenemez. 3. Dünya Savaşı, malum, tarihsel önemde devasa bir olaydır, bütün güncel ve dönemsel toplumsal ve siyasal koşullarda değişim anlamına gelir, eğer politik özne olunacaksa strateji ve taktiklerde, mücadele ve örgüt biçimlerinde buna uygun büyük değişiklikler gerçekleştirmeyi gerektirir. Yani, politik varoluşu bireysellikle sınırlı entelektüeller bir yana, 3. Dünya Savaşı sürüyor görüşünün örgütlü sahipleri açısından, bu görüşün politik konumlanışta bir karşılığı olması gerekir. Oysa, PKK dışta tutulursa, özgürlük, devrim veya sosyalizm iddialı, devrimci veya reformist nitelikli parti ve örgütlerden hiçbirinin politik konum alışı yeni bir dünya savaşının yaşanmakta olduğu söylemiyle örtüşmüyor, daha doğrusu, 3. Dünya Savaşı yaşanıyor görüşünü ortaya koymadan önceki politik konumlanış yönelimi ile ortaya koyduktan sonraki politik konumlanış yönelimi arasında kayda değer bir farklılaşma göze çarpmıyor.
Gayet dikkat çekici olan bu durumu açıklamakta, pratiğin düşünceyle tutarsızlığına vurgudan ibaret bir değerlendirme yeterli sayılabilir mi? Bunun yanı sıra, bizzat düşüncede, analizde bir arıza yok mu?
Kavramsal Çerçeve
3. Dünya Savaşı sürüyor görüşlerinin hiçbirinde “dünya savaşı” kavramının esaslı bir ele alınışının olmaması çok çarpıcı. 3. Dünya Savaşı’nın birincisi ve ikincisinin bir tekrarı olmadığını ve olmayacağını söylemek kavramsal bir çerçeve kurmak anlamına gelmiyor. Gelmeyince de, savaşın asıl tarafları henüz birbirleriyle doğrudan savaşmadıkları ve mevcut fiziki savaşlar da henüz bölgeselliğin ötesine geçmedikleri halde olayların neden bir dünya savaşı düzeyinde cereyan ettiği açıklanmış olmuyor. “Dünya savaşı” kavramı tarihsel olarak içeriklenmiş, böylece nesnelleşmiş bir kavramdır. Onun ayırt edici özelliklerini sıralayalım:
a) Dünya savaşı her şeyden önce bir savaştır, yani politikanın başka araçlarla, şiddet araçlarıyla, silahlı kuvvetlerle devamıdır.
b) Dünya savaşının mekanı dünya genelidir. Savaş bölgesel sınırlılıkta kalmaz, hiç değilse dünyanın geniş bir bölümünde gerçekleşir ve dünyanın bütününü de öyle veya böyle taraflaştırır. Emperyalizm öncesi çağlardaki en büyük savaşlar bile dünya savaşı değildir, örneğin İskender’in liderlik ettiği antik ordunun geniş bir coğrafyada fetih savaşlarına girmesi dünya savaşı olarak değerlendirilemez, çünkü emperyalizmden önce “bütünleşmiş bir dünya” yoktur.
c) Dünya savaşı bir emperyalist genel paylaşım savaşımıdır. Emperyalizm çağına özgüdür, dünyanın emperyalist devletler ve tekeller arasında sömürgeler ve nüfuz sahaları bakımından paylaşılmasını ve yeniden paylaşılmasını içerir.
d) Dünya savaşının tarafları belli başlı emperyalist devletler ve onların etrafında kümelenmiş diğer burjuva devletlerdir. Emperyalist devletler ve işbirlikçi devletler birbirine düşman kamplarda toplanırlar, o güne değin bağlayıcı olan uluslararası burjuva hukuk normları ve kurumları çöker.
e) Dünya savaşının nedeni eşitsiz gelişim yasasının sonucu olarak emperyalistler arası güç dengelerinde farklılaşmalar ve hegemonya eksenlerinde kaymalar gerçekleşmesi, bu zeminde boy veren başlıca çelişkilerin ve genel krizin artık silahlı zor kullanmadan çözülemez düzeyde şiddetlenmesidir.
f) Dünya savaşının birbirine düşman blokları, savaşın stratejik niteliği ve kader tayin edici rolü nedeniyle, ellerindeki en gelişmiş askeri teknolojileri ve en yıkıcı silahları karşı tarafa boyun eğdirmek için eninde sonunda devreye sokarlar.
g) Dünya savaşı topyekün bir toplumsal seferberlik halini getirir. Savaş her yerde, hem kentlerde hem kırlarda sürer, siviller de dolaysız veya dolaylı biçimlerde ama had safhada savaşın parçası olurlar.
h) Emperyalizm çağında dünya savaşları kaçınılmazdır, çünkü emperyalistler arasındaki rekabet ve çelişkiler uzlaşmaz karakterdedir. Yeni bir dünya savaşı da, eğer muzaffer toplumsal devrimlerce önü alınmazsa, en nihayetinde patlak verecektir.
Bir “dünya savaşı”nın bu ayırt edici özellikleri, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, yeni bir emperyalist genel paylaşım savaşında, yani 3. Dünya Savaşı’nda da geçerli olacaktır. Bu özelliklerin olmadığı bir durum başka bir kavramla nitelenebilir, ama bir dünya savaşı gerçekliğine tekabül etmez. En azından “henüz” tekabül etmez. Zira kavram tarihsel olarak maddi gerçeklikten doğmuştur, öznel niyetleri ya da düşünceleri maddi gerçeklikle özdeşleştiremeyince kavramı keyfi olarak yeniden içeriklendirmek yüzeyselleştirici ve yanıltıcı olur.
Tarihsel Deneyim
1. Dünya Savaşı başlıca emperyalist güçler olan İngiltere ve Fransa’nın hegemonya kaybı yaşamaları, arkadan gelen emperyalist güçler olarak Almanya ve ABD’nin güç dengelerini değiştirmeye başlamaları, bu eşitsiz gelişimin sömürgeleri ve nüfuz sahalarını yeniden paylaşma talebini gündemleştirdiği, emperyalistler arası çelişkilerin olağanüstü keskinleştirdiği ve emperyalist kapitalizmin genel bir krize yuvarlandığı koşullarda patlak verdi. Siyasi ve askeri bakımdan en güçlü devletler İtilaf Devletleri ve İttifak Devletleri adları altında kamplaştı. Uluslararası ilişkiler sisteminin bütünlüğü çöktü, ta ki büyük savaşın ardından Milletler Cemiyeti kurulup yeni bir uluslararası burjuva hukuk normları bütünlüğü oluşturuluncaya değin.
1. Dünya Savaşı’ndan önceki on yıl içinde gerçekleşen Rus-Japon savaşı, İtalya-Osmanlı savaşı, Balkan savaşları gibi olaylar kuşkusuz ki büyük savaşa giden yolun köşe taşlarıydı, fakat herkesin kabul ettiği üzere 1. Dünya Savaşı Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın 1914’te rakip emperyalistlere karşı savaşa girmeleriyle başladı. Bu düpedüz bir emperyalist paylaşım savaşıydı. Birbirinin iradesini kırmak isteyen başlıca emperyalist güçler ve dünyanın büyük bölümünün sömürge yönetim tekeline sahip olanlar Avrupa’da bulunduğundan, 1. Dünya Savaşı Avrupa kıtasında yoğunlaştı. Ama bu büyük savaşın dünyasal bir kapsamda olduğu da tartışmasızdı. Askeri tekniğin ve savaş araçlarının o günkü gelişmişlik seviyesinde, top ve tüfek belirleyici savaş araçları, siper savaşı belirleyici savaş biçimi oldu. Konserve tipi dayanıklı besin maddelerinin yaygınlaşması, atlar ve katırların yanı sıra ulaşımda tren ve gemilerin kullanılması da savaşın biçimine etki etti.
1. Dünya Savaşı bir emperyalist blokun diğerini yenilgiye uğratmasıyla sonuçlandı. Fakat savaşın sonunu getiren asıl kudret, Ekim devrimi başta olmak üzere, işçi ve halk devrimlerindeydi. O anlı şanlı taçlar savaşın sonunda kaldırımlarda yuvarlanıyordu.
1. Dünya Savaşı’nın zor yoluyla tekrar tesis etmiş olduğu emperyalist statükonun daha fazla sürdürülemez hale geldiği kısa sürede belirginleşti. Çok geçmeden kapitalizm tarihinin en sarsıcı iktisadi bunalımına yakalandı. Emperyalizmin aşılamayan genel krizi koşullarında emperyalist devletler arasındaki çelişkiler dizginlenemez oldu. Hitler’in başa geçtiği Almanya emperyalist sömürü sisteminden aslan payını almak istedi ve yeni bir dünya savaşını başlattı.
Almanya’yla beraber saf tutan İtalya ve Japonya faşist Mihver’i, ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB ise Müttefik Devletler blokunu meydana getirdi. Uluslararası burjuva ilişkiler bütünlüğünü sağlayan Milletler Cemiyeti çöktü, bu ikinci büyük savaştan sonra onun yerini Birleşmiş Milletler alacaktı. 2. Dünya Savaşı, kapitalist dünya zemininde bir emperyalist genel paylaşım savaşı niteliği taşırken, Sovyetler Birliği açısından sosyalist anavatan savunması ve dünya halkları açısından faşizmi yenilgiye uğratma savaşı karakterine büründü. Nitekim savaşın bu ikili niteliği, savaş sonrasında NATO ve Varşova Paktı olarak iki karşıt uluslararası siyasi-askeri yapının ilan edilmesinde de kendisini gösterecekti.
2. Dünya Savaş’ından önceki on yıl içinde, tıpkı 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde olduğu gibi, çeşitli lokal savaşlar yaşanmıştı. Japonya’nın Mançurya’yı işgali, İtalya’nın Habeşistan ve Libya’yı işgali, hatta Almanya ve İtalya’nın İspanya iç savaşına askeri müdahaleleri de, 2. Dünya Savaşı’na giden yolu açıkça döşeyen olaylardı. Yine de, yeni bir dünya savaşına doğru gidişat 1930’larda besbelli olmasına rağmen, Almanya Polonya’ya saldırına kadar dünya savaşının başladığını hiç kimse iddia etmedi. Bu ikincisinin yayıldığı coğrafya ilk dünya savaşına kıyasla daha geniş oldu, Avrupa’nın yanı sıra, özellikle Asya ve Afrika’da daha çok sayıda ülkenin topraklarında savaş gerçekleşti. İki dünya savaşı arası dönemde savaş teknolojisi ve araçları önemli ölçüde gelişmişti, böylece bir nevi makineleşen savaşın yıkıcılığı da katlanarak arttı. Öyle ki, tanklar, uçaklar ve denizaltılar savaşa damga vurdular. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda ABD’nin öncelikle SSCB’ye karşı gövde gösterisi yapmak amacıyla Japonya’da kullandığı atom bombaları ve buna karşılık SSCB’nin birkaç yıl içinde imal etmeyi başardığı nükleer silahlar ise, 20. yüzyılın ikinci yarısında iki karşıt uluslararası kamp arasında büyüyen çelişkiler ve çatışmalarda, “nükleer dehşet dengesi” olarak da adlandırılan, çok önemli bir yer tutacaktı.
2. Dünya Savaşı’nın sonucunu tayin etmekte, üstelik birincisinde olduğundan çok daha dolaysız şekilde, dünya emekçileri ve ezilenleri rol üstlendiler. Faşist Almanya’yı yenilgiye uğratan esas güç sosyalist Sovyetler Birliği’ydi. Savaş şartlarında olgunlaşıp zafere ulaşan devrimler Avrupa’nın doğusunda ve Çin’de halk cumhuriyetlerinin kuruluşunu getirdiler. Sömürgelerde ulusal özgürlük ve bağımsızlık dalgası ortaya çıktı.
20. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran Soğuk Savaş da dünyasal kapsamdaydı, fakat kelimenin gerçek anlamıyla bir dünya savaşı değildi.
Başlangıçta sosyalist Sovyetler Birliği’nin önderlik ettiği sosyalist kamp, SSCB’de iktidarın revizyonistleşmesinin ardındansa modern revizyonist kamp ile başını ABD’nin çektiği emperyalist kapitalist kamp arasındaki çelişkiler keskin ve dünyasaldı. Öte yandan, kapitalist sistem 2. Dünya Savaşı’nın ardından genel krizden çıktığından ve iki kutuplu dünyada kapitalist ülkeler çoğunlukla Amerikan emperyalizminin hegemonik şemsiyesi altında kümelendiğinden, Batılı emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler henüz keskin değildi, Çin ise dünyasal rekabet sahnesinde yer almaktan henüz uzaktı. ABD ve SSCB kutupları etrafında oluşmuş iki kampın Soğuk Savaş denilen ve dünyanın siyasi-askeri çehresini şekillendiren uluslararası mücadelesi psikolojik savaş yöntemlerini, askeri darbeleri, kontrgerilla örgütlenmelerini, iktisadi sabotajları, askeri operasyonları, lokal çatışmaları içeriyordu. Hatta Soğuk Savaş’ın ilkin Kore savaşı, kendine özgü biçimde Vietnam savaşı, Kamboçya ve Laos’taki savaşlar, SSCB’nin Çekoslovakya’ya askeri müdahalesi, İsrail’in Arap devletleriyle savaşları, Irak-İran savaşı, karşıdevrimci politik islamcı güçlerin yürüttükleri silahlı savaşımlar ve son olarak SSCB’nin Afganistan işgali gibi bizzat savaş formunda bir dizi dolaylı veya dolaysız uğrağı da vardı.
ABD’nin saldırgan taraf olduğu, SSCB’nin savunma pozisyonunda bulunduğu açıktı. Bir yandan dünya halklarının antiemperyalist demokratik eğilimleri ve mücadeleleri, diğer yandan iki kampın karşılıklı nükleer silah stokları doğrudan bir dünya savaşının çıkmasını frenleyen etmenlerdi. Küba füze krizi dünyayı büyük bir savaşın eşiğine getirse dahi, 3. Dünya Savaşı patlak vermedi. Soğuk Savaş, kelimenin mecazi anlamıyla bir savaş olarak kaldı, dünya çapında ABD’nin SSCB’yi, emperyalist kapitalizmin önce sosyalist kampı ve ardından revizyonist kampı yıpratarak çökertme mücadelesi olarak devam etti. Soğuk Savaş’ın sonucunu tayin eden temel bir boyut SSCB’nin modern revizyonist iktidar altında içten çürümesi ve çöküşe gitmesi ise, diğer bir temel boyut da ABD’nin SSCB’yi kuşatması, iktisadi ve askeri rekabette nihayet ona üstün gelmesidir.
Güncel Durum
Günümüzde 3. Dünya Savaşı sürüyor görüşlerine dayanak kılınan iki ortak vurgu var:
a) Emperyalist genel paylaşım savaşları, kısaca dünya savaşları, birbirlerini tekrar etmezler, her şeyden önce askeri teknolojinin ve savaş araçlarının gelişimi savaşın biçimini farklılaştırır.
b) Dünya kapitalist sistemi içinden çıkamadığı ve çelişkilerini savaş harici yollardan çözme imkanına sahip olmadığı derin bir tarihsel ve yapısal kriz içindedir. Bu iki vurgudan hareketle, bugünkü dünya savaşının önceki ikisi gibi olmadığı ve başlıca emperyalist güçlerin doğrudan birbirine girmeleri biçiminde gerçekleşmediği, topyekün bir savaştan karşılıklı olarak kaçınıldığı ve ama savaşın dünyanın farklı bölgelerinde bir alevlenip bir sönen tarzda ya da birbirine eklemlenen halkalar biçiminde geliştiği, bunun pek çok devleti ve toplamda dünyayı kapsadığı ileri sürülüyor. Kimisi buna “post-modern karakterli emperyalist yeniden paylaşım savaşı” da diyor.
Hemen belirtmeliyiz ki, buradaki doğru vurgular aceleci, yüzeysel, öznel ve dolayısıyla yanlış bir sonuca bağlanıyor. Zira nedensellik zincirinde ilk halka ile son halka arasındaki belirleyici başka halkalar atlanıyor.
Küresel kapitalizmin bir varoluşsal krize tutulmuş olması, 30 yıllık emperyalist hiyerarşinin de krizde bulunması, bu koşulların emperyalistler arası çelişkileri şiddetlendirmesi ve emperyalist bir genel paylaşım savaşını kaçınılmaz kılıp onun yolunu döşemekte olması, hiç kuşkusuz, günümüz dünyasının temel bazı gerçekleri. Keza yeni bir dünya savaşının bir asır önce gerçekleşen dünya savaşlarıyla aynı olmayacağı, tek başına savaş teknolojileri ve araçlarındaki muazzam değişimin bile dünya savaşının biçiminde büyük farklılıklar yaratacağı bir gerçek. Fakat bu gerçeklerden bugün 3. Dünya Savaşı’nın yaşanmakta olduğu sonucu çıkmaz.
İlkin, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı kapitalist emperyalizmin genel krizinin birer sonucuydu, evet ama, o sonuç emperyalistler arası çelişkilerin bir dünya savaşının patlak vermesini getirecek derecede keskinleştiği tarihsel anda ortaya çıktı. Bugün Rusya ve Çin’in böyle genel nitelikte bir paylaşım savaşına henüz hazır olmadıkları, mevcut askeri güç dengeleri içinde bunu kesinlikle istemedikleri sır değil. ABD emperyalizminin ve Batılı emperyalist devletlerin de genel bir paylaşım savaşına halihazırda temkinli yaklaştıkları, örneğin İsrail’in pervasız saldırganlığının Ortadoğu’da derhal bölgesel bir savaşın fitilini ateşleyecek olmasından endişe ettikleri açık. Devamla, başlıca emperyalist devletlerin birbirleriyle doğrudan savaşa girmedikleri koşullarda, ne çelişkilerin ve çatışmaların pek çok devleti etkiliyor olması, ne de savaşın biçiminde teknolojik gelişmeyle bağlı tarihsel farklılaşmanın zorunlu olması yeni bir dünya savaşını tanımlamaya yeter. Örneğin Soğuk Savaş kamplaşması da pek çok devleti, aslında dünyanın tamamını bugünkünden daha ez etkilemiyordu. Keza Soğuk Savaş yıllarındaki tek tek savaşların, askeri operasyonların ve çatışmaların, darbelerin, sabotajların ve suikastların, büyük savaş gerilimlerinin dünyada tuttukları yer bugünkünden daha dar değildi.
3. Dünya Savaşı’nın emperyalist devletlerin dolaysızca savaşa tutuşmaktan kaçınmaları sonucu, parça parça savaşlarla, dünyanın bir bölgesinden diğerine atlayarak ve çok uzun bir zamana yayılarak ilerlediği görüşü, belirtilsin veya belirtilmesin, bilincinde olunsun veya olunmasın, iki büyük yanlış varsayımı da içinde barındırıyor. Birincisi, nükleer bir savaşın emperyalist burjuvazi için paylaşılabilir bir dünya bile bırakmayacak olmasının emperyalist rakiplerin doğrudan birbirlerine girmelerini şimdiye değin engellediği ve bundan sonra da engelleyeceği varsayımı. Öyle ya, bir dünya savaşı sürüyorsa ama emperyalist devletler birbirleriyle savaşmıyorlarsa, ortada onları bundan kaçınmaya mecbur eden bir olgu olmalı! Nükleer silahların karşılıklı kullanılmasının hayalgücünü zorlayan bir yıkıcılığa yol açacağı da, bunun dün Soğuk Savaş’ta ve bugün emperyalist küreselleşme evresinde en büyük nükleer silah stoklarına sahip devletlerin birbirlerine savaş ilan etmelerini bir ölçüde frenleyici olduğu da elbette söylenebilir. Fakat daha önemlisi, gerek Soğuk Savaş koşullarında gerekse bugünkü emperyalist rekabet koşullarında, temel rakipler arasındaki çelişkiler nükleer silah kullanımını tetikleyecek bir zirve noktasına tırmanmış değildir. Başlıca emperyalist devletlerden birinin emperyalist hiyerarşideki kaderinin stratejik olarak tayin edileceği bir savaştaysa, ki dünya savaşı bu anlama gelir, onun nükleer silah kullanmaktan geri durmayacağı kesindir. Bahse konu ettiğimiz varsayım, emperyalizmin kan dökücülükte limitsizlik eğilimini hafife aldığından, ister istemez, dünya işçilerine ve ezilenlerine yanlış bilinç aşılamaya götürür.
İkincisi, ABD emperyalizminin zayıflayan dünya hegemonyasını yükselişteki bir başka emperyalist devlete, örneğin Çin’e, onunla doğrudan savaşmaksızın, nispeten “barışçıl” biçimde teslim edebileceği varsayımı. Öyle ya, ABD çözülmekte olan emperyalist hegemonyasını yeniden tesis etmek için bugün dolaylı biçimiyle bir dünya savaşı yürütüyorsa, onun buradaki olası başarısızlığı, hegemonyanın en büyük emperyalist rakibine bu biçimde geçişine razı olması sonucunu doğurmalı! Bu varsayımın ham bir hayal olduğu apaçıktır. Zira emperyalist hiyerarşideki köklü değişikliklerin gerçekleşmesinde mevcut ve müstakbel emperyalist hegemonya odaklarının doğrudan dahil oldukları büyük bir savaş çıkması, ya da en azından, mevcut hegemonya odağının devletsel bir çöküş yaşaması dışında bir yol yoktur. Soğuk Savaş gerçek bir dünya savaşıyla sonuçlanmadıysa, bunun nedeni, SSCB’nin bir dünya savaşı henüz çıkmadan devletsel çöküşe uğramış olmasıdır. Sözünü ettiğimiz bu ikinci varsayım, ilk varsayımla da örtüşerek, emperyalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada başlıca emperyalist devletlerin birbirlerine gireceği bir büyük ve genel savaşın aslında kaçınılmaz olmadığı, böyle bir savaş yaşanmaksızın da emperyalist kapitalizmin içsel çelişkilerine çözüm getirebileceği fikrine kement attığından, yine dünya işçilerini ve ezilenlerini silahsızlandırmaya kapı aralar.
Devam edelim.
SSCB’nin çökmesi ve Varşova Paktı’nın dağılmasından bu yana yaşanan bütün savaşlar genellikle yerel, en fazlasıyla bölgesel bir kapsamda gerçekleşti. 1. Körfez Savaşı da, Sırbistan’ın bombalanması da, Afganistan’ın işgali de, 2. Körfez Savaşı da, bu savaşların hiçbiri, ABD’nin emperyalist hegemonyasına tehdit teşkil eden bir emperyalist rakibe karşı yürütülmedi. Potansiyel emperyalist rakiplere askeri güç gösterisi yapmak gibi bir boyut taşımakla beraber tek taraflı saldırganlık biçiminde gelişen bu savaşların hedefi, ABD hegemonyası altında emperyalist küreselleşme normlarını dünyanın her köşesinde hakim kılmak, buna ayak direyen burjuva devletlere zorla diz çöktürmekti. Bu 30 küsur yıl içinde savaşların öncelikle Ortadoğu’da yoğunlaşması da, rakip emperyalistlerin Ortadoğu’da birbirleriyle boy ölçüşmeye girişmelerinden ziyade, büyük enerji rezervleriyle Ortadoğu’nun emperyalist sömürgecilik ve soygunculuk için en verimli alan olmasından kaynaklandı. Mevzu bahis savaşlar yerel veya bölgesel düzeylerde kuşkusuz emperyalist paylaşım amacıyla bağlıydı, fakat en az iki emperyalist gücün karşı karşıya geldiği bir siyasi-askeri saflaşmayı içermiyordu. Arap halk isyanlarını takiben Suriye’de yaşanan savaşta bu tür bir emperyalist siyasi-askeri saflaşma eğilimi gün yüzüne çıktı, Rusya-Ukrayna savaşıysa düpedüz böyle bir emperyalist saflaşma zemininde geliştiğinden emperyalistler arası rekabette yeni bir eşik oldu.
3. Dünya Savaşı yaşanıyor tezinin çeşitli versiyonlarında yukarıda sıralanan bu savaşlardan biri ya da diğeri yeni dünya savaşının miladı sayılıyor.
30 yıldır veya 20 yıldır süren, ama dünyayı yeniden paylaşmaya soyunmuş emperyalistlerin halen birbirlerine silah çekmedikleri bir dünya savaşı olmaz. Lokal savaşların ötesine geçmeyen, birbirine rakip emperyalist silahlı kuvvetlerin kapışmasına dünya genelinde öncelik vermeyen bir dünya savaşı olmaz. Bir mali-ekonomik sömürge iktidarı olarak Erdoğan’ın faşist şeflik rejiminin karşılıklı dünya savaşına tutuştukları söylenen ABD’yle ve Rusya’yla, her ikisiyle birden böyle yakın ilişki sürdürmesine zemin sunan bir dünya savaşı olmaz. Yürürlükte olup olmadığı bu denli tartışma konusu yapılan, savaşan taraflar olarak belirtilen emperyalist güçler nezdinde bile henüz maddi bir gerçeklik haline gelmemiş olan bir dünya savaşı olmaz. Dikkat edelim: emperyalist devletler İsrail’in Filistin’de tırmandırdığı ve akabinde Lübnan’a yaydığı savaşı henüz bölgesel bir savaş olarak, yani bir bölgedeki bir dizi devleti kapsayan nispeten geniş çaplı bir savaş olarak dahi görmüyorlar, Ortadoğu’da halihazırda bölgesel savaşın kendisinden değil riskinden bahsediyorlar.
3. Dünya Savaşı sürüyor görüşlerinin birkaç farklı motivasyon kaynağının olduğu tespit edilebilir. Türkiye’de emekçi sol hareket saflarında ve ilerici aydınlar arasında bunlardan en belirgin olanı soyut entelektüel analizciliktir, ki politik duruşta karşılık üretmekten uzak olan bu zaaflı çözümleme tarzı yeni bir dünya savaşının alametlerinin bugün gerçekten birikiyor olmasından da beslenmektedir. Öte yandan, dünyadaki ilerici hareketler ve bireyler arasında işçi sınıfının ve halkların antiemperyalist demokratik mücadelelerine güven duymak yerine bu tür görüşlerle ABD emperyalizmine karşı Rusya’yı veya Çin’i desteklemeye meşruluk kazandırma arayışına girmek seyrek rastlanır bir durum değildir. 3. Dünya Savaşı yaşanıyor görüşünü savunan Kürt ulusal demokratik hareketi ise büyük kahramanlıklarla ve fedakarlıklarla yürütegeldiği savaşın önemini böylece dünya çapında anlamlandırma isteğindedir.
Burada bir parantez açarak, Abdullah Öcalan’ın 3. Dünya Savaşı yaşanıyor görüşüyle, SSCB’nin çöküşünü ve Varşova Paktı’nın dağılışını takiben ABD’nin yaptığı emperyalist atakların muhtevasını ve amacını gördüğü, Kürdistan devriminin ulusal demokratik hedeflerden saptırılmasına geçit vermediği ve Güney Kürdistan yönetiminin emperyalist politikaların yedeği haline gelmesine karşı çıktığı, dolayısıyla Kürt ulusal demokratik hareketinin hem halkçı ve özgürlükçü doğrultusunu hem de savaşma kararlılığını tahkim ettiği gerçeğini teslim edelim. Fakat hangi formda kurgulanırsa kurgulansın, 3. Dünya Savaşı sürüyor görüşü, yeni bir dünya savaşına bakışta nesnel gerçekliğe ulaşamayan bir öznelcilikle, dünya savaşını sıradanlaştırıp emekçi ve ezilen insanlığı bekleyen büyük tehlikeyi hafifseyen bir yüzeysellikle maluldür. Dahası, 3. Dünya Savaşı’nın hakikaten patlak vereceği yeni koşullara adapte olma, olağanüstü bir konjonktüre özgü mücadele ve örgüt biçimlerine odaklanma, yeni emperyalist paylaşım savaşının yıkıntılarında filizlenecek olan yeni devrimlere hazırlanma kapasitesini çoğunlukla zayıflatıcı bir rol oynar.
Peki Üçüncüsü Nasıl Olacak?
3. Dünya Savaşı’nın biçim itibarıyla 1. Dünya Savaşı’na ve hatta 2. Dünya Savaşı’na benzemeyeceği açık. Bunun güncel işaretlerini İsrail’in Filistin’deki soykırımcı işgalinde ve Lübnan savaşında, Rusya-Ukrayna savaşında, ABD’nin Irak ve Suriye’deki savaş pratiklerinde ya da Türkiye’nin Başûr ve Rojava Kürdistan işgallerinde görebiliyoruz. Eğer siyasal ve toplumsal devrimler tarafından önü alınamayıp gerçekleşirse, 3. Dünya Savaşı’nda, sadece daha da etkinleştirilmiş konvansiyonel silahlar değil, son derece gelişmiş bütün savaş teknolojileri kullanılacaktır. Dev uçak gemileri, süpersonik uçaklar, silahlı dronlar, güdümlü bombalar, kıtalar arası balistik füzeler, füze kalkanları, kimyasal ve biyolojik silahlar, uzay uyduları, yapay zekalı araçlar ve çok daha fazlası devreye sokulacaktır. Robot piyadeleri savaş cephelerinde sıklıkla görmek sürpriz olmayacaktır. Yeni bir dünya savaşının psikolojik harp boyutu, iletişim teknolojilerinin bugünkü gelişmişlik seviyesinde, önceki dünya savaşlarıyla kıyaslanamaz bir yoğunlukta gerçekleşecektir. Siber savaş silahlı savaşın çok önemli bir bütünleyicisi olacaktır. Ama en önemlisi, emperyalist güç dengelerindeki değişimi stratejik sonuçlara bağlayacak, emperyalist devletler hiyerarşisini uzun erimli şekillendirecek böyle bir savaşta, emperyalist-kapitalist kan dökücüler nükleer silahları ateşlemekten geri durmayacaktır. Demek ki, 3. Dünya Savaşı’nın sonuçları insanlık için, yerküre için çok ağır olacaktır.
3. Dünya Savaşı’nın fiziken ağırlık kazandığı coğrafya, bugünden göründüğü kadarıyla, önceki iki dünya savaşından farklı olarak, bu kez Avrupa değil, büyük olasılıkla Asya olacaktır. Bu coğrafi ağırlık merkezi düşman kamplardan birinin muhtemel bir Rusya-Çin bloku ekseninde oluşmasıyla belirlenecektir. Keza enerji ve hammadde kaynaklarının bulunduğu, enerji nakil hatlarının geçtiği bölgelerde savaş yoğunlaşacak, sermaye ilişkilerinin egemen olduğu başlıca üretim alanları ve tedarik güzergahları hedefe konulacak, emperyalist küreselleşme dünyasının her karışı böyle bir savaşa şu veya bu biçimde çekilecektir. Savaşa dahil olan herhangi bir ülkenin kendi toprakları da bu defa dolaysız fiziki yıkımdan azade kalmayacaktır.
Dünya savaşlarının birincisi ve ikincisi güçlenmekte olan, mevcut emperyalist hiyerarşiyi değiştirmek isteyen ve sömürgelerin talanından daha büyük pay kapmayı amaçlayan emperyalist devletlerce başlatılmıştı, fakat olası ki, üçüncüsü dünyasal hegemonyası artık çözülmeye yüz tutan emperyalist odak ABD tarafından kışkırtılacak, Çin başta olmak üzere yükselen emperyalist güçleri frenlemek ve onlara boyun eğdirmek amacıyla başlatılacaktır. Burada belirtilen veya belirtilmeyen bütün farklılıklarına rağmen 3. Dünya Savaşı, yine de bir “dünya savaşı” olarak, her halükarda, kapitalizmin varoluşsal krizinin daha da derinleşmesi ve emperyalistler arası çelişkilerin topyekün bir savaşı gerektirecek denli şiddetlenmesiyle, birbirine düşman emperyalist kampların tamamen netleşmesiyle, uluslararası genel burjuva hukuk normlarının ve kurumlarının çökmesiyle, söz konusu düşman kampların dünyanın yeniden paylaşımı amacıyla karşılıklı savaşa tutuşmasıyla, bu yeni büyük kapışmanınsa korkunç bir dünyasal yıkıma yol açmasıyla gerçekleşecektir.
3. Dünya Savaşı Alametleri
Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı emperyalist devletler arasındaki rekabette kritik bir eşiğin geçilmesi anlamına geliyor. Zira, ABD ve NATO açısından Rusya’nın dişlerini sökme emperyalist hedefine bağlı olan, Rusya açısındansa ne pahasına olursa olsun kendi emperyalist nüfuz sahasını korumayı amacıyla belirlenen bu savaşla, kızışan rekabette emperyalist silahlı kuvvetlerin artık daha fazla ve daha dolaysız devreye girdiği yeni koşullar ortaya çıkmış bulunuyor.
Ortadoğu’daki savaş alevleri yıllardır sönmediği gibi, İsrail’in Filistin’de tırmandırdığı soykırımcı savaşı Lübnan’a da yayması ve İran’a karşı genel bir emperyalist-siyonist saldırıyı pervasızca kışkırtması emperyalist dünya sistemine içsel çelişkilerin şiddetlenmesinde diğer bir kritik eşiği meydana getiriyor.
Emperyalist bloklaşmalar gitgide belirginlik kazanıyor. Dünyanın, bir tarafta ABD, İngiltere, AB ve Japonya’nın meydana getirdiği, diğer tarafta Rusya ve Çin’in eksenini oluşturduğu iki emperyalist bloka doğru ayrışması hızlanıyor. Her iki blokta da, ama bilhassa ABD’nin başını çektiği blokta önemli iç çelişkiler bulunmasına rağmen, bu iki emperyalist blok arasındaki karşıtlaşma şiddetleniyor. ABD Rusya’nın geniş bir bölgede enerji kaynakları üzerindeki tekelci hakimiyetini kırmak ve Çin’in devlet kapitalizmini dağıtarak Batılı sermaye tekelleri için yeni bir genişleme alanı yaratmak, böylece Rusya’yı ve özellikle Çin’i emperyalist rekabette yenilgiye uğratmak ve çözülmekte olan emperyalist hegemonyasını yeniden tesis etmek amacıyla saldırgan politikalarını yoğunlaştırıyor. Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ABD’nin saldırgan emperyalist politikalarının öncelikle Çin’i hedef alacağı resmen ilan ediliyor. Rusya ve Çin ise ABD ve NATO karşısında Şangay İşbirliği Örgütü’ndeki ilişkilerini daha kapsamlı kılmaya, bu emperyalist ittifakın kurumsallığını güçlendirip hegemonya sahasını genişletmeye yöneliyorlar. Birbirine karşıt emperyalist bloklaşmaların geldiği düzey ABD’nin emperyalist hakimiyetindeki dünyasal gerileme gerçeğinin kesin bir ifadesi. Emperyalist hiyerarşide Soğuk Savaş’ın bitiminde oluşmuş statüko artık krizde. ABD’nin “ticaret savaşı” açmasına, Güneydoğu Asya’da bir tür NATO saldırganlığı misyonu yüklenen QUAD örgütlenmesi ve AUKUS anlaşması gibi siyasi-askeri girişimlerde bulunmasına, Tayvan ve Güney Çin Denizi’nde gerilimi tırmandırma hamleleri yapmasına rağmen, Çin’in iktisadi-mali gücüne dayanarak ve yeni bir emperyalist odak olarak yükselişi sürüyor.
Emperyalist silahlanma yarışı olağanüstü boyutlara varmış durumda. Batılı emperyalist ülkelerde gerek devletlerin faşist nitelikli yasalar ve kurumlarla tahkimatı, gerekse yeni faşist hareketlerin siyasi inisiyatiflerinin artışı, nesnel olarak, burjuva savaş rejimlerinin yapılanmakta olduğuna işaret ediyor.
Bütün bu veriler, yani emperyalistler arası rekabetin şiddetlenmesi ve emperyalist bloklaşmaların belirginleşmesi, SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın çöküşünü takiben ABD hegemonyası altında paylaşılmış pazarları ve nüfuz sahalarını şimdi ABD hegemonyası çözülme sürecindeyken yeniden paylaşma yönlü girişimlerin artması, ABD’ninse hegemonyasındaki çözülmeyi durdurmak için emperyalist saldırganlığını tırmandırması ve nihayetinde emperyalistler arası askeri karşıtlaşmanın Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte lokal savaşlar çerçevesinin ötesine geçme eğilimi göstermesi yeni bir emperyalist genel paylaşım savaşının, 3. Dünya Savaşı’nın alametleri olarak görülmeli. Hasılı, 3. Dünya Savaşı’nın henüz yaşanmıyor olduğu ne kadar doğruysa, artık yaklaşıyor olduğu da o kadar doğru!