Lenin’i takip eden herhangi bir komünist, devletin geleceği, sınırlarının durumu hakkında burjuva grupların çıkarlarıyla örtüşen bir kaygıya düşmez. Savaşı yürüten burjuva yönetimin iktidarının yıkılması, proletaryanın devrimci iktidarının kurulması için mücadele eder. Bu ulusal veya “yurtsever” bir savaş değil, sınıf savaşımıdır. TC yıkılmalıdır. “Eski haliyle” bilinen Türkiye’nin ötesidir bu.
“Savaş, en iyi Anschauungsunterricht’tir.”1
Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının alametlerinin güçlendiği, belli başlı emperyalist devletlerin kendilerini ve “çevrelerini” ittifak kuvvetleriyle savaşa hazırladıkları, emperyalist merkezlerde yeni faşist hareketlerin güçlendiği ve siyasal saflaşmanın sertleştiği koşullarda “savaş karşısında pozisyon” emekçi sol hareketin, sosyalizm iddialı parti ve örgütlerin de durumunu ve sınıf mücadelesinde oynadıkları rolü belirliyor.
Siyasal saflaşmalar tablosunun sertleştiği güncel eşikte oportünist, sosyal-şoven eğilimler ve çizgiler ile devrimci sosyalizmin ayırıcı argümanları ortaya konulmaz, taktikteki farklılıkların ideolojik boyutları açıklanmaz ise, devrimci proletaryanın önüne açılan olanaklar değerlendirilemez, işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci iradesi gelişmez.
“Savaşın, kokuşmuşluğu ortaya çıkarmak ve uzlaşmaya dayanan her şeyi yadsımak gibi”2 bir yararı olduğunu vurgulayan Lenin de oportünizme karşı mücadelede ideolojik ve politik-taktik ustalıkla Rus devrimci proletaryasına birinci emperyalist paylaşım savaşını iç savaşa dönüştürme cesaretini kazandırmış ve RSDİP/Bolşevik’i devrimin öncüsü, devrimci proletaryanın öncü müfrezesi olarak örgütleyip Ekim’in yolunu açmıştı.
Oportünizmin Bir Türü Ve Doruğu Olarak Sosyal-Şovenizm
Lenin’in II. Enternasyonal’in çöküşü aşamasında işçi hareketi ve sosyalizmin tarihsel gelişiminin incelenmesinden çıkardığı en temel sonuçlardan biri, sosyal-şovenizmin, yani savaşın patlak vermesiyle işçi hareketinin bir bölümünün bir burjuva grubun, öncelikle de “kendi hükümetinin” yanında saf tutmasının tarihsel koşullarını, kaynaklarını işçi hareketinde sürekli eğilim olarak var olan oportünizmde bulduğudur.
Oportünizm, işçi sınıfı hareketi içindeki burjuva politikasını dile getirirken, “küçük-burjuvazinin çıkarlarını ve burjuvalaşmış işçilerin küçük bir kesiminin proleter yığınların, ezilen yığınların çıkarlarına karşı ‘kendi’ burjuvaları ile birleşmesini ifade eder”.3
Sosyalizm için mücadelenin 1871-1914 dönemini belirleyen ayırıcı çizgilerin başında gelen görece “barışçıl” niteliği, “ilkin bir anlayış, sonra eğilim ve en sonu işçi bürokrasisi ile küçük burjuva yoldaşları kapsayan grup ya da katman olarak”4 oportünizmi besledi. Fakat işçi hareketinde halihazırda iki eğilim, yani oportünizm ve devrimci sosyalizm “özsel olarak” tarihi boyunca vardı ve 1889’dan 1914’e kadar sosyal demokratik işçi partilerine “içkin”di. 1905 devriminde zengin deneyim biriktiren RSDİP’te bu iki eğilim en belirgin biçimde ayrıştı. Çünkü bu iki eğilim 1905 devrimi sırasında iki farklı taktiğe, çizgiye denk düşmekteydi.
“Savaş bu gelişmeyi hızlandırdı ve oportünizmi sosyal-şovenizm biçimine dönüştürdü, yani oportünistler ile burjuvazi arasındaki gizli ittifakı açık duruma getirdi.”5 Savaş, sosyalizm için mücadelenin bir dönemini de kapatmış oldu. Kautskyci sosyal-şoven çizgi SPD ve II. Enternasyonal partilerini “anavatan savunması”nda burjuva kampa geçirdi. Sosyal demokrasi, birinci emperyalist paylaşım savaşının ardından, Ekim devrimi karşısında da burjuvazinin sol kanadı olarak “varlık hakkı”nı kazandı. Kautsky, sosyal-şovenizmi tabii ki açıktan, burjuvaziyi, onun savaşını överek geliştirmedi. Tam tersine, savaşı ve Alman egemen burjuva sınıflarının devletini, hükümetini işçi sınıfının çıkarları adına savundu. Hatta sınıf işbirlikçi “ulusal programına” teorik bir kılıf olarak “devrimci marksistlere karşı yeni ‘ultra-emperyalizm’ teorisini çıkardı. O, ultra-emperyalizmden, ‘ulusal mali sermayeler arasındaki savaşım’ın ortadan kalkmasını ve bunun yerine ‘dünyanın uluslararası mali sermaye tarafından ortaklaşa sömürülmesi’ni anlıyor. Ama, diye ekliyor, ‘kapitalizmin bu yeni evresinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini kararlaştırmak için zorunlu öncüllere henüz sahip değiliz’. Öyleyse bu ‘evre’ mucidi, bugün, bir savaş, sınıf çelişkilerinin görülmemiş bir yeğinleşme bunalımının başlamış bulunduğu evrede, bir ‘yeni evre’ye ilişkin basit varsayımlara dayanarak ve onun ‘gerçekleşebilir’ olduğunu açıkça söyleme cesaretini de göstermeksizin, kendi öz devrimci bildirimlerini yalanlıyor ve proletaryanın devrimci görevleri ile devrimci taktiğini yadsıyor!”6
Lenin, tekelci kapitalizmin ayırıcı çizgilerini ortaya koyarken, döneminin “zorunlu öncülleri”ne dayandı, emperyalizmi tek tek burjuva devletlerin bir “iç olgusu” olarak değerlendirdi. Lenin’in emperyalizm analizi ve devrim teorisi döneminin “zorunlu öncüllerine” dayandığı ve proletarya diktatörlüğü hedefine sımsıkı bağlandığı için dünya proletaryasına irade kazandırdı, sınıfın “maddi gücü”ne dönüştü. Tarih Lenin’i haklı çıkardı.
Sosyal-şovenizm, tarih boyunca birikmiş ve çeşitli formasyonlar almış oportünizmin uzantısı ve doruk noktasıdır. Kautskyci sosyal-şovenizmi “İngiliz liberal işçi siyasasının, milerandcılığın ve bernştayncılığın dolaysız uzantısı” olarak tanımlayan Lenin’e göre, “oportünist eğilimle devrimci bir eğilim biçimindeki bölünme, sosyal-şovenlerle enternasyonalistler biçimindeki bölünmeye karşılık7 düşer. Tek tek ülkelerde özgün görünümleriyle, biçimleriyle tabii ki. Rusya’da 1905 devriminin yenilgisinin ardından hüküm süren karşıdevrimci Stolipinci gericilik döneminde RSDİP ve işçi hareketinde boy gösteren tasfiyecilik sosyal-şovenist eğilimin gelişmesinin yatağı olur. Sosyal-şovenizm en yoğun ve aşağılık biçimini ezilen ulus ve sömürgeler sorunu karşısındaki tutumlarda aldı. Lenin dünya savaşının tam ortasında ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini tartışır, onu tanımayan, “aşılmış” sayan sosyalistlerle sert ideolojik mücadelelere girişir. Konuya ayırdığı makaleler ve konuşmaların yanı sıra savaş üzerine yazdığı yazılar ve broşürlerde de “marksizmin bir karikatürü” olarak teşhir ettiği emperyalist ekonomizme genişçe yer ayırır. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminden “kalma” ulusal sorunları içermekle birlikte “Emperyalizm, dünya uluslarının bir avuç ‘büyük’ devletçe gitgide daha fazla ezilmesi çağı” olduğundan dolayı “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tanınmaksızın, emperyalizme karşı uluslararası sosyalist devrim için savaşım”8 vermenin olanaksız olduğunu vurgular. Dönemin deneyimleri ve sorunlarını canlı biçimde ele alan Lenin, ezen ulusların proletaryasının demokratik ve sosyalist gelişimi bakımından –ayrılma hakkı da dahil– ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını “ilkesel olarak tanımaksızın” enternasyonalist ve sosyalist olunamayacağını olanaklı en keskin dille ifade eder. Emperyalizm ve savaş oportünizmle kopmanın tarihsel koşullarını da hazırladı. Sosyal-şovenizm kendi burjuvazisiyle veya bir burjuva grupla birlik, uluslararası proletaryanın bölünmesi demekti ve proletaryanın devrimci savaşımı için artık oportünistlerden kopmak zorunlu ve kaçınılmazdı. Çağdaş komünist hareket, leninizm bu kopuşun ürünü olarak doğdu. RKP(B) ve III. Enternasyonal’in kurucu ve ayırıcı nitelikleri, ruhu bu kopuş içerisinde şekillendi.
SBKP 20. Kongresi’nde Sovyetler Birliği’nde iktidarlaşan modern revizyonist katman, önce ÇKP-AEP’in, daha sonra AEP’in direncine rağmen kapitalist restorasyonu, 1989-1990 dönemecinde de içten içe çürümüş Varşova Paktı’nın emperyalist küreselleşme kapitalizminin düzenine, kapitalist dünya pazarına entegrasyonunu gerçekleştirdi. 1989-1990 dönemeci sosyalizm için mücadelenin bir dönemini de kapattı.
Emperyalist kapitalizm ise, sermaye ve meta dolaşımının ardından üretimin de uluslararasılaştığı, dünya pazarının bütünleştiği emperyalist küreselleşme evresine vardı. Bu dönemeçte sosyalizm için mücadelenin özneleri zayıfladı, emekçi sol saflarda boy gösteren tasfiyeci gerici dalga aynı zamanda bütün oportünist gelenekleri en ileri biçimde seferber etti. Tasfiyeci ve inkarcı oportünizm, dünya işçi ve emekçi sol hareketini büyük ölçüde esir aldı. Emperyalist küreselleşme kapitalizminin üretim modelinde uyguladığı değişiklikler ve ona eşlik eden ideolojik saldırılar işçi sınıfının örgütlülüğü ve bilincini büyük ölçüde dumura uğrattı.
Sosyalizm iddialı parti ve örgütler için 1989-90’la başlayan sosyalizm için mücadelenin bu “ara dönemi”ni esas alırsak, çizgilerini test edecekleri momentler tabii ki oldu. Yugoslavya savaşı ile Irak’ın işgali karşısında tutumlar bunun başında geliyor. Fakat Ukrayna savaşı yeni bir emperyalist dünya savaşının emarelerini belirginleştirdi, emperyalistler arası çelişkilerde dünyasal siyasi saflaşmaların sertleşmesini yeni bir düzeye sıçrattı. Ukrayna savaşı karşısında alınan pozisyonlar emekçi soldaki, devrimci ve işçi hareketindeki ayrışmaları netleştirdi. Kimi örneklerde oportünizmi sosyal-şovenizme vardırdı.
Ukrayna Savaşı
Burjuva sol akımlar, Rus emperyalizmiyle güdük bir uzlaşma eğilimi de içinde taşımakla birlikte, “kendi hükümetleri”nin saflarında pozisyon aldılar. Avrupa sosyal demokrasisi Almanya ve İngiltere’de savaşın yürütücü hükümetlerini oluşturdu.9 Sosyal demokrasinin “solunda” yer alan Die Linke, Melanchon’un NUPES’i gibi parti ve koalisyonlar da, “savaş karşıtlığı” söylemleri arkasında, NATO’nun Ukrayna savaşındaki çıkarları doğrultusunda konumlandılar, en azından NATO’nun savaşına “aktif muhalefet” geliştirmediler. Avrupa’da savaş karşıtı kitle hareketi burjuva solun hegemonyasında Batılı emperyalist demagojinin çizgisinde hizalandı.
Bündnis Sarah Wagenknecht (BSW) savaşın sona ermesi, Rusya’yla kalıcı barışın sağlanması talebiyle Die Linke’den ayrılırken, yeni faşist hareketlerin yükselişinin de baskısıyla göçmenlik ve cins çelişkisinde şoven bir pozisyon aldı, kendisini burjuva hükümetlere koalisyon olarak önerdi ve politikalarını bu görüş açısıyla şekillendiriyor. Doğu Almanya’nın modern revizyonist Sosyalist Birlik Partisi’nin ardılı PDS ve Die Linke’nin “tarihsel mirasçısı” olarak Rus mali oligarşisinin çıkarlarını da gözeten BSW, savaş karşısındaki pozisyonuna rağmen enternasyonalist bir politikanın odağı olmadı.
Ayrışmanın esas sahası modern revizyonist parti ve örgütler cephesi oldu. ÇKP ve Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin de bileşeni olduğu Komünist ve İşçi Partileri Enternasyonal Toplantısı’nın (IMCWP) iki farklı sonuç bildirgesinin yayınlanmasıyla modern revizyonist enternasyonaldeki bölünme kamuoyuna açıklandı.10 Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) başını çektiği, TKP’nin parçası olduğu Avrupa Komünist Hareketi (ECA) kuruldu. Rusya’nın Ukrayna savaşını emperyalist ve haksız bir savaş olarak niteleyen KKE, modern revizyonist grup ve örgütler içerisinde ayırıcı bir kümelenmenin tohumlarını da ekti.11
Modern revizyonist SBKP’nin çizgi ve örgüt sürekliliğini temsil eden Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP) ve IMCWP, Putin’in ve Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’da yürüttüğü savaşa açık destek vererek, ABD-NATO’ya karşı Rusya’nın “direnişini” haklı görerek ve modern revizyonist kümelenme içerisinde bu çizgiyi örgütleyerek sosyal-şovenist eğilimin olgunlaşmış bir örneğini teşkil ediyor.12 Türkiye devrimci hareketinde Mücadele Birliği dergisi ve Halk Cephesi Ukrayna savaşında Rusya Federasyonu yanlısı tavrıyla ayrıştı.
2023 yılında TKP’nin evsahipliği yaptığı IMCWP toplantısına katılan RFKP MK üyesi Roman Kononenko’ya göre, Rus “komünistleri” Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’ya askeri müdahalesini, “her şeyden önce ulusal kurtuluş ve antifaşist karaktere sahip olması ve Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri ile Güneydoğu Ukrayna’daki hükümet darbesinden sonra Batı yanlısı Kiev rejiminin başlattığı açık soykırıma karşı kurtuluş mücadelesindeki çıkarlarına uygun olması nedeniyle desteklemektedir. Rusya’nın siyasi liderliği, RFKP’nin çok sayıda çağrısı üzerine ve Rus halkının ezici çoğunluğunun ulusal çıkarlarını da göz önünde bulundurarak, ülkemizi yok etmeyi amaçlayan ABD’nin tamamen gerici, neo-faşist dış politikasına karşı koymak zorunda kaldı (...) İktidar çizgisini izleyen parti değil, partinin talebini karşılayandır.”13
Birinci emperyalist paylaşım savaşı sırasında Lenin daima “savaşın gerçek özü”nü sormaya teşvik eder ve savaşın tarihsel koşullarını incelemeye yönelir: “Son on yılın bütün ekonomik ve diplomatik tarihi, savaşan iki uluslar grubunun, sistematik olarak böyle bir savaşa hazırlandıklarını gösteriyor. İlk askeri saldırıyı hangi grubun gerçekleştirdiğinin ya da hangi grubun önce savaş ilan ettiğinin, sosyalistlerin taktiğinin belirlenmesinde hiçbir önemi yoktur.”14
“Sorunun özü, büyük Avrupa devletleri arasındaki ulusal savaşlar çağının yerini bu devletler arasındaki emperyalist savaşlar çağına bırakması”dır.15 Kapitalizmin tekelci aşamasında belli başlı kapitalist ulus-devletler arasındaki ilişkiler, karşılıklı çelişkiler ve çatışmalar bu toplumsal maddi zemin üzerinden gerçekleşir.
Son yılların iktisadi ve siyasi bütün gelişmeleri, Ukrayna savaşıyla lokal çatışma ölçeğini aşan emperyalist rekabet alanının şiddetlendiğini, gerileyen ABD hegemonyası ile yükselen emperyalist Çin etrafında emperyalist bloklaşmanın keskinleştiğinin verilerini içeriyor. “ABD Rusya’nın geniş bir bölgede enerji kaynakları üzerindeki tekelci hakimiyetini kırma ve Çin’in devlet kapitalizmini dağıtarak sermaye için yeni bir genişleme alanı yaratma, böylece Rusya’yı ve özellikle Çin’i emperyalist rekabette yenilgiye uğratma amacıyla saldırgan politikalarına hız verdi. Rusya ve Çin ise ABD ve NATO karşısında Şangay İşbirliği Örgütü’ndeki ilişkilerini pekiştirmeye ve bu emperyalist ittifakın hem kurumsallığını güçlendirmeye hem de hegemonya sahasını genişletmeye yöneldiler.”16 Çin “Bir Kuşak Bir Yol” projesiyle emperyalist nüfuz alanını genişletirken, ABD Trump’ın başkanlık döneminden başlayarak “ticaret savaşı”nı kışkırttı, geri adım atmak zorunda kalınca Doğu Asya’da ve Pasifik’te askeri saldırganlığı arttırdı. Suriye düğümü henüz çözülmemişken, ABD Ortadoğu’da İran, Lübnan ve Filistin’e karşı geliştirdiği tutumlarla saldırganlığını boyutlandırdı, bölgesel bir savaşın yollarını açtı.
Ukrayna-Rusya savaşı da bu koşullar içerisinde şekillendi. Nihayetinde savaş da Rusya’nın işgaliyle başlamadı. Uzayan rejim krizi 2014 Batılı Maydan darbesiyle “iç savaş”a dönüşmüş, NATO ve Batılı emperyalistlerin müdahalesiyle ırkçı-faşist bir iktidar kurulmuştu. Donetsk, Lugansk ve Kırım başta gelmek üzere Doğu Ukrayna’da “sıcak savaş” sürüyordu. Rusya’nın askeri müdahalesi ve işgali savaşı mevcut boyuta taşıdı.
Doğu Ukrayna’daki ulusal sorunun savaşın niteliği bakımından oynadığı rol kuşkusuz kritik. Lenin birinci emperyalist paylaşım savaşında Avusturya-Sırp savaşındaki ulusal öğeyi bütün içerisinde şöyle değerlendirir: “Bugünkü savaşın gerçek özü, İngiltere, Fransa ve Almanya arasında, sömürgelerin yeniden paylaşılması ve rakip ülkelerin talan edilmesi mücadelesinden; aynı şekilde Çarlığın ve Rusya’nın egemen sınırlarının, İran, Moğolistan, Asya Türkiye’si, Konstantinapol, Galiçya vs.’yi ele geçirme uğraşından ibarettir. Avusturya-Sırp savaşında ulusal öğe çok tali önemdedir ve savaşın genel emperyalist niteliğinde hiçbir şeyi değiştirmez.”17
Doğu Ukrayna’da ulusal bir sorunun olduğu, Rusların Ukrayna’nın ırkçı rejimine karşı demokratik taleplerinin meşru olduğu ve bunlar için mücadelenin haklı olduğu doğrudur. Nitekim Marksist Leninist Komünistler de Ukrayna savaşının “girişinde” yaptıkları açıklamada, “Ukrayna yönetiminin Donetsk ve Lugansk halkının taleplerini kabul etmesi” için mücadeleyi büyütme çağrısında bulundular.18 Fakat bu sorun emperyalist Rusya’nın Batılı emperyalistlerle emperyalist rekabet içerisinde Ukrayna’daki nüfuz sahasını korumak için giriştiği savaşı haklı kılmaz. Ukrayna savaşının “özü” de bu değildir. Ukrayna yönetimi de savaşı “salt” Doğu Ukrayna’yı sömürge boyunduruğu altında tutmak için yürütmüyor.
“Rusya’nın siyasi liderliği, RFKP’nin çok sayıda çağrısı üzerine ve Rus halkının ezici çoğunluğunun ulusal çıkarlarını da göz önünde bulundurarak, ülkemizi yok etmeyi amaçlayan ABD’nin tamamen gerici, neo-faşist dış politikasına karşı koymak zorunda kaldı” diyen Kononenko, “Anavatanı savunma, düşman saldırısına karşı koyma, savunma savaşı vs. söylemleri halkı aldatmaktan başka bir şey değildir”19 diyen Lenin’i yeniden akıllara getiriyor. Lenin, Almanya’da Kautskyci çizgiden kopma eğilimlerinin “ilk resmi illegal yayını” olan Junius broşürü üzerine yazdığı makalede, güçlü bir selam eşliğinde, onu emperyalist savaşa karşı “bir ulusal program” çıkardığı için eleştirir: “İleri sınıfa, yüzünü geleceğe değil, geçmişe dönmeyi öneriyor!”20 der. Emperyalist uluslarda sınıflar arası ilişkiler ve çıkarlar ayrışmış, ulusal program aşılmıştır. Savaş yönetici egemen sınıfların çıkarlarına tabidir. “İleri sınıf”ın, işçi sınıfının gündeminde burjuva yönetimin yıkılması ve proletarya diktatörlüğünün kurulması vardır. Bu koşullar altında “ulusal program” sosyal-şovenizme varmaksızın gerçekleşmez. “İktidar çizgisini izleyen parti değil, partinin talebini karşılayandır” denklemi de sosyal-şovenizmin, oportünizmin gerçeği tersyüz etme zorunluluğunun trajik bir karikatürle sonuçlandığının örneğidir. Dahası RFKP, pratikte de dahil olduğu savaşta, Sovyetler Birliği’ne, Hitler faşizmine karşı antifaşist savaşa ve Kızıl Ordu’ya dair referanslarla, emperyalist savaşa “kızıl” tonlar veriyor. Ulusların eşit ve özgür birliğine dayanan bir halk cumhuriyetleri birliği olan Sovyetler’in “tarihsel sınırları”na atıflar yaparak, Rusya Federasyonu’nun işgalini, genişlemesini meşrulaştırıyor. RFKP tanımın tam anlamıyla sosyal-emperyalist bir çizgiyi takip ediyor.
“İleri sınıfın” görevlerini yerine getirmesi bakımından Lenin, proletaryanın “kendi hükümetinin” zayıflamasını olumlar. Savaşlarda “kendi hükümetinin” yenilgisinin “devrimci sınıfın işini kolaylaştırdığını her zaman söylemedik mi ve gerici savaşların tarihsel deneyimi bunu göstermedi mi” sorusu dün de bugün de şu gerçeği emekçi solun bileşenlerinin, sosyalizm iddialı parti ve örgütlerin yüzüne çarpıyor: “Kendi hükümetinin”, burjuvazinin iktidarının yıkılmasını gerçekten de hedefleniyor mu?
Ukrayna savaşında görünürde “enternasyonalist” tavır takınan TKP’nin de takılıp düştüğü nokta bu sorudur. Kürt sorunu karşısındaki tavrı bir yana, emperyalizm ve savaş değerlendirmesi, “işbirlikçisi Türk burjuvazisinin yönetimindeki TC’nin yıkılması hedefi”yle değil, emperyalistler arası gelişen rekabette TC’nin, sınırları başta gelmek üzere, sürekliliğinin sağlanması hedefi ve kaygısıyla bağlıdır. TKP 14. Kongre’sinde karar altına alınan Siyasi Rapor’un ilgili bölümünde bir dizi genel değerlendirmelerin ardından savaşa karşı görevler belirlenir. İlgili bölüm şu görevin tanımıyla bağlanır: “Parti, sermaye sınıfının ve onun iktidarının, sömürüyle, adaletsizlikle, zorbalıkla, yolsuzlukla, cehaletle, yobazlıkla bezenmiş politikalarını bahane ederek Türkiye’yi gayri-meşru gören ve gösterenlerle mücadele eder. Emperyalist ülkeler, meşru olmadığı iddiasını dile getirmeye ve gerekçelendirmeye başladılar (...) TKP, Türkiye’de düzenin değişmesi ve sosyalizmin kurulması için verilen mücadelenin Türkiye’nin varlığına karşı mücadeleyle karıştırılmasının Türkiye devrimci hareketinin saflarına bulaşan en çirkin lekelerden biri olduğunu ilan eder. TKP işçi sınıfı için, halkımız için, bu ülkenin geçmişinde de geleceğinde de söz sahibi olduğunu bir kez daha vurgular.”21
TKP emperyalistler arası ilişkide herhangi bir maddi emaresi ve verisi bulunmayan “Türkiye düşmanlığı” demagojisiyle “ulusal program” ihtiyacını üretir, işçileri ve emekçileri uyarır. Fakat aynı zamanda “ülkemizin [yani TC’mizin (!)] savaşlara dahil olmasının engellenmesini acil bir görev olarak belirler.”
Lenin’i takip eden herhangi bir komünist, devletin geleceği, sınırlarının durumu hakkında burjuva grupların çıkarlarıyla örtüşen bir kaygıya düşmez. Savaşı yürüten burjuva yönetimin iktidarının yıkılması, proletaryanın devrimci iktidarının kurulması için mücadele eder. Bu ulusal veya “yurtsever” bir savaş değil, sınıf savaşımıdır. TC yıkılmalıdır. “Eski haliyle” bilinen Türkiye’nin ötesidir bu.
Marksist Leninist Komünistler, emperyalist bloklaşmalar karşısında kaba eşitlemeci ve şabloncu değerlendirmelerde bulunmazlar. Kuşku yok ki, dünyada ve özelde de Ortadoğu’da emperyalist savaşı tetikleyen ve kışkırtan güç, hegemonyası zayıflayan ABD emperyalizmidir. Ortadoğu’da emperyalizme karşı mücadele ABD’nin nüfuz ve egemenlik sahasının geriletilmesine sımsıkı bağlıdır. Bu tabii ki her şeyden önce, Batılı emperyalizme binbir iple bağımlı Türkiye için geçerlidir. Fakat emperyalizm yeni sömürgelerde de “içsel” bir olgudur. ABD emperyalizmi Ortadoğu’da aynı zamanda mali-ekonomik bir sömürge olan TC ile, işbirlikçi tekelci Türk burjuvazisi ile var. Emperyalistler arası çelişkiler ortasında Türkiye gibi mali-ekonomik sömürgelerin esneme ve bölgesel hegemonya imkanları artar. Faşist şef Erdoğan da bu imkandan fazlasıyla yararlandı. Ama ABD hegemonyasının geriletilmesi için TC’nin, işbirlikçi tekelci Türk burjuvazisinin yıkılması gerektiği de bir o kadar gerçektir.
Yani bu da Rusya ve Çin’in Ortadoğu’daki nüfuz alanlarını genişletme faaliyetlerini, emperyalist rekabetini “haklı” çıkarmaz.
Suriye’de gerici Baas rejiminin yıkılması ile yeni bir sürece evrilen Suriye iç savaşı da bu denklemin çarpıcı verilerini sunar. Arap halk ayaklanmalarının bir halkası olarak patlak veren iç savaşta Beşar Esad şefliğindeki rejimin yanında saf tutan “komünistler”in, Rusya Emperyalizmi’nin talimatıyla ülkeyi direnmeden, savaşmadan, en aşağılık türden bir teslimiyet ile terk eden Beşar Esad’ın “yurtsever”, anti-emperyalist, haklı bir savaş yürüttüğüne dair değerlendirmeleri geçerli midir halen? Açık ki bütün “yurtsever”demogijinin ardında gizlenen burjuva çıkarlar doğrultusunda yönetilen ve şoven bir çizgiye sahip bir sermaye diktatörlüğüydü Baas rejimi. İç savaşı da haksızdı. Kuzey Doğu Suriye Federasyonu ve özerk yönetimine, onun demokratik taleplerine karşı sonuna kadar egemen Arap sermayesinin şoven, inkarcı çizgisini sürdürdü, demokratik, anti-emperyalist bir Suriye için savaşmadı. Rusya emperyalizmiyle ayakta durdu, onun talimatıyla teslim oldu. Emperyalizm yeni sömürgelerde “içsel” olgulardır. ABD emperyalizmi Ortadoğu’da aynı zamanda mali-ekonomik bir sömürge olan TC ile, işbirlikçi tekelci burjuvazisi ile var. Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesi ile – özellikle de jeostratejik konuma sahip - Türkiye gibi mali-ekonomik sömürgelerin esneme ve bölgesel hegemonya imkanları artar. Faşist şef Erdoğan’ın sömürgeci rejimi de yeni Osmanlıcı bölgesel yayılmacı bir politik çizgiyle Ortadoğu’da iktisadi-siyasi-kültürel hegemonya sahasını genişletiyor. Fakat bu görece siyasi özerklik içeren çelişkili ilişkilerde son kertede ABD emperyalizmiyle ve onun bölgedeki ikinci temel ittifak kuvveti İsrail’le uyumlu bir hareket çizgisine sahiptir TC. Dolayısıyla bölgenin direnişçi, anti-emperyalist kuvvetlerinin de öncelikli hedefidir. ABD emperyalizminin Ortadoğu’dan def edilmesi için TC ve mevcut faşist şeflik rejimi yıkılmalıdır.
Bütün ezilenlere önderlik edebilecek devrimci proletarya bu doğrultuda haksız savaşlarda saf tutmaz, ancak ve ancak emperyalist savaşın devrimci iç savaşa dönüşmesi için mücadele eder, komünist öncü kendisini ve devrimci proletaryayı “kendi hükümetini yıkacak” ve kendi iktidarını kurmasıyla sonuçlanacak savaşa hazırlar.
7 Ekim Ve Günümüz Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri Karşısında Üç Oportünist Eğilim
Uluslararası işçi hareketi ve devrimci hareket ile emekçi sol harekette bir başka ayrıştırıcı ve saflaştırıcı konu, 7 Ekim Aksa Tufanı ile yeni bir boyuta ulaşan Filistin ulusal kurtuluş savaşı ve Ortadoğu’da bölgesel bir savaşa varan siyonist İsrail’in saldırganlığıydı.
Tıpkı Ukrayna savaşında, yani haksız bir savaşta olduğu gibi, Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinde de Batılı emperyalist devletlerin burjuva solu ve onun “solundaki” eğilimler büyük ölçüde siyonist İsrail’in ve NATO’nun yanında yer aldılar. Soykırıma varan Gazze savaşı karşısında “ateşkes” talebini bile gür ve kitlesel biçimde yükseltemeyen bu kesimler, insanlığa dönük bu büyük tarihsel suçun da sorumluları arasındadır.
Ukrayna savaşında –kısmi pasifist çizgisini bir yana bırakırsak– enternasyonalist ve görece birleşik bir duruş sergileyen ICOR, Filistin direnişi karşısında, özelde de 7 Ekim Aksa Tufanı’nın değerlendirilmesinde daha da zorlandı. MLPD’nin Hamas ve İslami Cihad örgütlerini “faşist” olarak değerlendirmesi ve onları İsrail’le eşitleyip “mücadele edilmesi gereken güçler” olarak nitelendirmesi görüş birliğinin oluşmasını engelledi, ortak tavrı erteletti. Kritik sorun kuşkusuz Filistin direnişinin haklılığıdır. Filistin’in İsrail siyonizmine karşı mücadelesi, ulusal direnişi haklıdır, sömürge-ezilen bir ulusun sömürgeciliği yıkmaya dönük devrimci-demokratik mücadelesidir. Hamas’ın, İslami Cihad’ın politik islamcı, gerici politik programları Filistin direnişinin haklılığını gölgelemez. Bu onları “faşist” de yapmaz! Ulusal kurtuluş güçleri içerisinde komünistler Hamas’ı ve başkaca burjuva ve gerici programa sahip özneleri özel olarak “desteklemez”, ama direnişlerini ulusal-demokratik muhteva kapsamında meşru görür. Ki ulusun FHKC ve FDKC gibi devrimci-demokratik güçlerinin “ortak” direnişinin sürdüğü koşullarda, savaşın da Filistin’in varlık-yokluk savaşı olarak geliştiği bir dönemeçte, bu daha da geçerlidir.
Dahası esas olan, ezilen bir halkın silahlı direnişinin haklılığı, meşruluğudur. Belli başlı emperyalist merkezlerin ve iri mali-ekonomik sömürgelerin işçilerin ve ezilenlerin halihazırda daralmış silahlı direniş ocaklarının tasfiyesi için uluslararası bir konsepti devredeyken, Filistin, Türkiye/Kürdistan, Filipinler ve Hindistan gibi ülkelerde faşist, ırkçı terör devletleri tasfiyeci planlarıyla iktidardayken, devrimci proletaryanın görevi, dünya işçi sınıfı ve ezilenlerinin sömürgeci devletlere, emperyalizme, siyonizme ve kapitalizme karşı savaşımını mümkün olan en ileri düzeyde savunmak ve uluslararası dayanışmayı örgütlemektir. Filistin’in ulusal direnişi karşısında bir başka oportünist eğilimi Kürt ulusal demokratik hareketi temsil etti. Savaşın taraflarını Hamas ve İsrail olarak tanımlayarak, Hamas’ın da politik islamcı çizgisini öne çıkararak, Filistin halkının ırkçı, sömürgeci, siyonist İsrail devletine karşı haklı savaşını, ulusal direnişin meşruluğunu bulanıklaştırıyor. Ulusal kurtuluşçu hareketlere ve onların sınıfsal bileşimlerine potansiyel olarak içkin dar ulusalcılığın ve siyasi pragmatizmin izlerini taşıyan bu “tarafsızlık”, mevcut saflaşmalar içerisinde ezileni, halkların birliğini değil, ezeni, ABD emperyalizmi başta gelmek üzere emperyalistleri ve bölge statükocu devletlerini güçlendiriyor. Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de devrimin temel dayanağı olan Kürt ve Arap halklarının birliğini olumsuz etkiliyor.22 Tersinden, Rojava’da ve Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin ulusal kurtuluşu ve statüsü karşısında Suriyeli egemen Arap sermaye sınıfının yanında saf tutan güçlü bir eğilimin, FHKC de dahil olmak üzere, Filistin ulusal kurtuluş örgütlerinde de var olduğunu belirtmek gerekir.
Günümüz ulusal sorunlarında ulusal sosyal-şovenizmin mızrak ucunu kuşkusuz TKP oluşturuyor. O, Rusya Federasyonu/Çin Halk Cumhuriyeti değerlendirmesinde “iki emperyalist bloka da yedeklenmemek” gerektiği fikriyle Yunanistan Komünist Partisi’yle beraber özgün bir çizgiye sahip olsa da, başta Kürt sorunu gelmek üzere “içte” sosyal-şovenizmin dip kuyularında geziyor.
Eylül 2024’te yayımladığı 14. Kongre belgelerinde, “Kürt sorunu” başlığı altında uzun ve bilinen anakronik ve kemalist tarih yorumunun ardından, TKP şu sonuca varıyor: “Partimizin Kürt sorununa yönelik öngördüğü çözümde ayrı bir Kürt devleti veya yerel özerklik ya da federatif bir yapı gündemde değildir. Emperyalizm ve Devrim teorilerinden ve günümüzün uluslararası gerçeklerinden bağımsız bir Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı ilkesinden söz edilemez. Partimiz açısından sosyalist devrimin asgari coğrafyası Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi sınırları, öngördüğü devlet biçimi de tüm yurttaşlarının etnik haklarını tanıyan, emekçi halkların birleşik bir örgütlenme ve mücadele içinde olduğu en devrimci ve gelişkin seçenek olan merkezi bir sosyalist cumhuriyettir.”23
TKP, “devrimin asgari coğrafyası Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi sınırları”dır derken, sömürgeleştirilmiş, köleleştirilmiş, siyasi ve iktisadi ilhak altındaki Kuzey Kürdistan’ın statüsüz durumunun TC’den devralınacak sınırlar içerisinde sürdürüleceğini, TKP’nin önderliğinde gelişecek bir “devrimin” ardından da Kürtlere statü tanınmayacağını çizgileştirmiş oluyor.
“Emperyalizm ve Devrim teorilerinden ve günümüzün uluslararası gerçeklerinden bağımsız bir Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı ilkesinden söz edilemez” derken de, TKP Lenin’i tersyüz ediyor, inkar ediyor. Lenin, dönemin emperyalist ekonomistleri ve sosyal-şovenleriyle giriştiği polemiklerde, basbayağı “ilke” olarak tanımladığı Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’na dair şunu belirtir: “Uluslar arasında etkin biçimde düzenlemiş demokratik ilişkiler olmadıkça –bunun sonucu olarak ayrılma özgürlüğü tanınmadıkça– genel olarak tüm ulusların işçilerinin ve emekçi halkının burjuvaziye karşı iç savaş vermesi olanaksızdır.”24
Siyasi Rapor’un başında Filistin’in ulusal kurtuluş savaşının haklı olduğunu ortaya koyan TKP 14. Kongresi, “Hamas’ın niteliği”, “sivillerin ölümü” gibi meselelerin de bu “görecelik” içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini tespit edecek kadar “bilir” UKKTH’yi. Fakat söz konusu Kürt halkı, onun ulusal kurtuluşu olunca durum değişiyor! Kürt sorunu karşısında TKP’nin ayrı bir çözümü yoktur, çizgisi TC’nin sürekliliğiyle eşleşir. Kürtlerin kendi ulusal kaderini tayin hakkının “günümüzün” değilse hangi “uluslararası gerçekler” içerisinde doğacağını açıklama ihtiyacı hissetmeyen TKP, TC’nin sınırlarını “ebedi” ilan eder. TKP için Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı –tabii ki “bütün işçilerin çıkarına”– ilkesel olarak yoktur!
Sömürge ve ezilen ulusların demokratik taleplerinin ve mücadelelerinin devrimci proletarya ve ezilenler tarafından sahiplenilmesi, dayanışmanın güçlendirilmesi özellikle de ezen ulus devrimcileri, emekçileri bakımından “hayatiliği”ni koruyor. Devrimci proletaryanın enternasyonal hareketi ve birleşik eyleminin gelişmesinin önkoşulu olmaya devam ediyor. Emperyalist savaş emarelerinin güçlendiği koşullarda ulusal ve sömürge halkları sorunlarında enternasyonalist-demokratik bir tavrın geliştirilmesi zorlaşırken devrimci özneler bakımından da bir tutarlılık testine dönüşüyor.
Oportünizme Karşı Mücadelede Leninist Yöntem Ve Ölçütler Oportünizmin temel yıkıcı sonucu “devrimci proletaryanın enternasyonal hareketinin parçalanması”dır. Güncelde de bu birliğin sağlanması ve geliştirilmesine, işçi sınıfı ve ezilenlerin demokratik ve sosyalist birliğinin örgütlenmesine hizmet edip etmediği, politik taktiklerin değerlendirilmesinin temel ölçütüdür.
Bunun için her ülkenin işçi sınıfı ve ezileni, her şeyden önce “kendi hükümetinin yenilgisi”ni hedeflemelidir, onun için mücadele etmelidir. “Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme” stratejik yönelimi ile birlikte düşünüldüğünde devrimci proletaryanın savaş karşısındaki ilkesel duruşu netleşir. Burada burjuva ve küçük burjuva pasifizmden ayrışarak “savaşa karşı savaş” yürütür. Genel geçer, sınıf mücadelesinin seyrinden, devrimci proletaryanın iktidar hedefinden bağımsız bir “barış” için mücadele etmez. Çünkü devrim ancak “iç barış”ın bozulmasının bir sonucu olarak gerçekleşebilir.25
Savaş şiddetli bunalımlar yaratarak gelişir. Emperyalist demagojilere, “ulusal” söylemlere rağmen yığınlar içerisinde kıpırdanmaların gelişmesi kaçınılmazdır. “İç barış”ın bozulmasının ve “emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi”nin belirleyici halkası mayalanmakta olan yığın hareketlerinin devrimcileştirilip birleştirilmeleri, yönlendirilmeleridir.
İdeoloji ve politikanın görevlerini daima örgüt ile iç içe, hepsini birbirine bağlı ele alan Lenin, emperyalist savaş karşısında partinin önüne “yasadışı gizli örgütler kurmak” görevini koyar. “Sosyal-demokrat partiler he zaman ve her koşulda, yığınların örgütlenmesi ve sosyalizmin yayılması için en küçük legal olanaktan yararlanmayı ihmal etmemekle birlikte, legal çalışmanın kölesi olmaktan da kendilerini kurtarmalılardır. (…) İçinde bulunduğumuz bunalımlar, burjuvazinin, bütün ülkelerde, en özgür ülkelerde bile, yasaları ayaklar altına aldığını göstermektedir; devrimci savaşım yöntemlerini savunmak, tartışmak, değerlendirmek ve hazırlamak amacıyla bir illegal örgüt kurulmaksızın yığınların devrime yönetilmeleri olanaksızdır.”26
Rusya’da Stolipin gericiliği karşısında işçi hareketinin ve siyasi akımlarının saflarında gelişen tasfiyecilik sosyal-şovenizmin gelişiminin serası oldu. “Legal devrimcilik”, “legal marksizm” ve parlamentarizm “kendi burjuvası” ile uzlaşmanın, ona bağlanmanın ideolojik halkasına dönüştü. Tasfiyecilik yıllarında devrimci sosyalizmden kopan, legalizme ve yasallığa batarak “ehlileşen” Plehanov, savaş yıllarında da Rus sosyal-şovenizmin aşağılık bir örneğine dönüştü.
Emperyalist savaş emarelerinin ortaya çıktığı, burjuva devletlerin her birinin bir askeri üsse ve özellikle de (Türkiye-Kürdistan, Filistin, Hindistan ve Filipinler başta gelmek üzere) ezilenlerin silahlı direniş ocaklarının yandığı bölgelerdeki devletlerin birer terör üssüne, faşist merkeze dönüştürüldükleri koşullarda, belli başlı bütün burjuva ülkelerde “iç gericileşmenin” –yeni faşist hareketlerin de gelişimi ile iç içe– hızlı örgütlendiği bu tarihsel momentte, devrimci öncünün “yasadışı konumlanışı” olmaksızın, devrimci proletarya ve ezilenlerin öncü kesimleri de bu konumlanış içerisinde devrimcileştirilmeksizin, işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci özgün konumlanışı, iradesi, kuvveti açığa çıkarılamaz, “savaşa savaş” açılamaz. Devrimci harekette, emekçi solda tasfiyeciliğe ve onun etkilerine karşı siyasi ve ideolojik mücadele yükseltilmeksizin, oportünizme ve sosyal-şovenizme karşı da etkili bir savaşım açılamaz. Savaşın emperyalist ve haksız niteliğinin açığa çıkarılması, ajitasyonun konusu yapılması, kuşkusuz görevlerin başında yer alıyor. Birinci emperyalist paylaşım savaşının başında burjuva parlamentolarına seçilmiş sosyal demokrat vekillerin “savaş ödeneklerine oy vermemesi” dönemin politik mihenk taşıydı. Alman SPD’den vekil Karl Liebknecht’in savaş ödeneklerine oy vermemesi Spartakist bölünmesi ve KPD’nin kurucu tohumlarını ekmiş, sosyal demokrasiden kopuşu kesinleştirmişti. Yığınların savaşa karşı saflaştırılması ve kitle hareketinin devrimcileştirilmesi, burjuva şovenizme karşı siyasi ve ideolojik mücadele yürütülmesiyle mümkündür. “Legal olanaklardan yararlanılması” ve geniş işçi-emekçi kitleleri içerisinde ajitasyonun yaygın örgütlenmesi, ortaya çıkan ve çıkacak olan yığın hareketlerinin de desteklenmesi, geliştirilmesi, devrimcileştirilmesi “emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi”nin belirleyici halkasıdır.
Marksizm-leninizm ve çağdaş komünist hareket, devrimci proletaryanın oportünizmden arındırılmış ideolojisi ve kuvvetidir. “Savaşın yararlı sonuçlarından biri de, kuşku yok ki, anarşizmi ve oportünizmi yok etmek olacaktır”27 diyen Lenin, oportünizm ile devrimci sosyalizm arasındaki ayrışmanın tarihsel olarak gerçekleştiğini, oportünizmle, sosyal-şovenizmle uzlaşılamayacağını söyler. Birinci emperyalist paylaşım savaşında sosyal-şovenler ile devrimci sosyalistlerin “arasında kalan”lara Lenin’in uyarısı açıktır: “Bugün oportünistler ile birlik, aslında işçi sınıfının ‘kendi’ ulusal burjuvazisinin boyunduruğu altına girmesi, öteki ulusların ezilmesi ve büyük devletlerin ayrıcalıklarının korunması amacı için onlarla işbirliği yapılması, bütün ülkelerde devrimci proletaryanın parçalanması demektir.”28 Tek tek ülkelerin komünist ve devrimcileri, “içteki” görevlerini yerini getirirken, aynı zamanda uluslararası işçi hareketine ve devrimci harekete, emekçi sola taktik önermeler yapmış oluyor, “yol gösteriyor”. Emperyalist savaş emareleri karşısında canlanan küresel ve bölgesel cepheleşme girişimleri bu temelde ele alınmazsa, işçi sınıfı ve ezilenlerin uluslararası birliğini güçlendiren pratikler üretmezse, bu tarihsel koşullarda işlevini de yerine getiremez. Savaşın, içerisinde bulunduğumuz sosyalizm için mücadele tarihinin “ara dönem”inde, sosyalizm iddialı parti ve örgütlerin, hareketlerin yapısal bunalımını daha da derinleştireceği bilinciyle, –başta silahlı devrimci mücadeleyi geliştiren– devrimciler ile etkin dayanışmanın, karşılıklı destek ve enternasyonal ilişkilerin geliştirilmesinin kritik bir yerde durduğu aşikar. Zira tablonun bize dönük yüzünde oportünist eğilimler ile devrimci sosyalist eğilimler arasındaki saflaşmanın giderek reformculuk ile devrimcilik arasındaki ayrışmaya denk düştüğü görülecektir. Yeni bir devrimci enternasyonal da bu saflaşmadan doğacaktır. Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek, “kendi hükümeti”nin, yani faşist şeflik rejiminin yenilgisi, yıkılması için mücadeleyi büyütmek, yığınların gelişen hareketini devrimcileştirmek, bölgesel devrim ateşini yaymak için enternasyonal ve bölgesel antiemperyalist, devrimci cepheleşmeyi ilerletmek, ezilenleri devrimci proletarya önderliğinde yeni devrimci süreçlere hazırlamak uğruna komünist öncüyü, onun illegal temelini örgütlemek, devrimci proletaryanın direnen ve savaşan partisini büyütmek dışında marksist-leninist bir tavır, enternasyonalist bir duruş ve politik taktik yoktur.
Yazı boyunca sunulan görüş, politik taktik veya eğilimlerin bir bölümü olgunlaşmış ve sosyal-şovenizme varmışken, diğerleri ise mevcut gerçeklik içerisinde belirginleşen oportünist tehlikeler, risklerdir.
Öncü işçilerin ve ezilenlerin bilincini zehirleyen, kitlelere herhangi bir burjuva kamp safında yer almayı öneren ve örgütleyen, bölge ve dünya proletaryası ve ezilenlerinin birleşik hareketini zayıflatan, oportünist, sosyal-şovenist eğilim ve çizgiler ile ideolojik ve politik mücadele ise vazgeçilmez ve ihmal edilmez öncelikler arasında olacaktır.
* Görsel öğretim: öğretim aşamasını görsel kılarak daha derin ve net bir kavrayışı amaçlayan pedagojik metot.
[1] Lenin, Enternasyonal Propaganda Komisyonu Başkanına Mektup
[2] Lenin, Dönek Kautsky
[3] Lenin, Sosyalizm ve Savaş
[4] Lenin, Dönek Kautsky
[5] Lenin, Sosyalizm ve Savaş
[6] Lenin, Dönek Kautsky. Kautsky’den alıntılar Neue Zeit, 30 Nisan 1915 makalesindendir.
[7] Lenin, Dönek Kautsky
[8] Lenin, Sosyalizm ve Savaş
[9] Birinci emperyalist paylaşım savaşının başlangıcında da Fransa'da Guesde ve Sembat, Belçika'da Vandervelde gibi "sosyalist" liderler, savaş dönemi kabinelerinde bakanlık görevini kabul ettiler.
[10] 2022'de Havana'da ve 2023'te İzmir'de gerçekleşen toplantılarda yayımlanan iki farklı bildirgeye solidnet.org sitesinden ulaşabilirsiniz.
[11] Alman Komünist Partisi’nden (DKP) ayrılan ve ağırlıklı olarak öğrencilerden oluşan Komünist Örgüt (KO) de Ukrayna savaşının ardından ikiye bölündü. Bir bölümü modern revizyonist IMCWP'nin geleneksel çizgisini takip ederken, belli bir aşamada kendisini parti olarak ilan eden Komünist Parti (KP) ise KKE-TKP ekseninde konumlandı.
[12] RFKP'den ve RKİP’ten (Rusya Komünist İşçi Partisi) bölünen bir grup ile gençlik birliği RKSM(B)'nin sosyal-şovenizmi eleştiren ve Rus burjuvazini teşhir eden açıklamaları ise Rusya'da yeni bir enternasyonalist devrimci eğilime dair ipuçları veriyor.
[13] Kononenko'nun IMCWP 23. Buluşması'nda RFKP adına konuşması, 20-22 Ekim 2023, İzmir. Konuşmaya solidnet.org sitesinden ulaşabilirsiniz.
[14] Lenin, RSDİP Yurtdışı Seksiyonları Konferansı, Seçme Eserler 4
[15] Lenin, Dönek Kautsky
[16] MLKP 7. Kongresi, Politik Durum Raporu
[17] Lenin, RSDİP Yurtdışı Seksiyonları Konferansı
[18] MLKP MK, “Emperyalist İşgale Karşı Grev, Boykot, Blokaj”, 24 Şubat 2022
[19] Lenin, RSDİP Yurtdışı Seksyonları Konferansı
[20] Lenin, Junius Broşürü Üzerine
[21] TKP 14. Kongresi, Siyasi Rapor, tkp.org.tr
[22] Kürt ulusal demokratik hareketinin Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi karşısındaki tutumunun daha geniş bir değerlendirmesi için bkz. Taylan Koray Ocak, Irkçı Siyonist Sömürgecilik Ve Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Karşısında Tutum, Marksist Teori Sayı 59, Ocak-Şubat 2024
[23] TKP 14. Kongresi, Siyasi Rapor, tkp.org.tr
[24] Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü. "Emperyalist ekonomistler"le polemiğe giriştiği bu eserinde Lenin görüşlerini "yanlış anlaşılmalara" imkan tanımayacak açıklıkla ortaya koyar: "Her nerede, uluslar arasında zora dayanan bağlar görürsek, biz, her ulusun ayrılma gereğini vaaz etmeye asla kalkışmadan, her ulus için, kendi siyasal kaderini serbestçe tayin etme hakkını, ayrılma hakkını azimle ve kayıtsız şartsız savunuruz. Bu hakkı savunmak, tanımak ve ondan yana olmak, ulusların hak eşitliğini savunmaktır, zora dayanan bağlara karşı çıkmaktır, hangi ulus olursa olsun, onun siyasal ayrıcalıklarına karşı savaşım vermektir ve bu yüzden de ayrı ayrı ulusların işçileri arasında tam bir sınıf dayanışmasını geliştirmektir."
[25] İşbirlikçi Türk burjuvazisinin siyasi temsilcilerinden MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 3. dünya savaşı olasılığına dikkat çekerek Kürtlere "el uzatması" ve faşist şef Erdoğan'ın "dış cephe"ye karşı "iç cephenin güçlendirilmesi" söylemleri tipik bir "iç barış" konjonktürünün inşasıdır.
[26] Lenin, Sosyalizm ve Savaş
[27] Lenin, Sosyalizm ve Savaş
[28] Lenin, Sosyalizm ve Savaş