Emperyalist sömürge ve işgal savaşları erkek egemenliğiyle bütünleşiktir. Nüfus üretimi ve denetimi politikasının başatlığı yoğun biçimde heteroseksizmi üretir. Savaş dönemi ve sonrası, heteroseksizm dahil bütün cinsel baskı ve sömürü biçimleri, cinsel işkence ve şiddet normalleştirilir. Politikanın zor araçlarıyla sürdürüldüğü savaşta, kadını köleleştirme politikasında da zor ve şiddet aygıtları yoğun biçimde kullanılır.
Kapitalizmin ekonomik kriz ve çelişkilerini gidermede girdiği başlıca yollardan biri emperyalist sömürge ve işgal savaşlarıdır. Erkek egemenliği kapitalizmin toplumsal ilişkiler sisteminin ideolojik temelidir. Kadın özgürlük mücadelesinin birikim ve kazanımları, cinsiyetçi toplumsal işbölümüne karşı kadın bilinci, erkek egemen şiddete karşı kadın isyanı erkek egemenliğini krize sokmuş, cins çelişkisini keskinleştirmiştir. Emperyalist küreselleşme dönemiyle, kadın özgürlük mücadelesinin etkileşim ve gelişim olanaklarının genişlemesine paralel, erkek egemenliğinin krizi de genel bir kriz düzeyine çıkmıştır. Emperyalist devletler ve tekeller arasındaki ekonomik rekabetin en üst siyasal biçimi olan işgalci ve sömürgeci savaşlarda bilinen genel doğru, diğer toplum kesimlerinden daha fazla, kadın ve çocukların savaşın yıkıcı sonuçlarının muhatabı olduğudur.
Emperyalist devletler savaşları kapitalizme içkin erkek egemenliğinin cinsiyetçi toplumsal işbölümü esaslarıyla yürütür. Emperyalist sömürge ve işgal savaşlarında amaç, kadının yeniden kitlesel boyun eğişini örgütleyerek erkek egemen düzenin restorasyonu, kriz unsurlarının çözümü ve mali-ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması yoluyla güçlendirilmesidir.
Kadın özgürlük mücadelesinin alanı daraltılarak zayıflatılır, kadın kazanımları artan oranda gasp edilir, toplumsal cinsiyetçi işbölümü zayıfladığı tüm alanlarda yeniden inşa edilir. Toplumsal cinsiyetçi işbölümüne, ekonomik ve politik saldırılara toplumsal rıza üretiminin “normali” savaşlar olur. Savaşlar, erkek egemenliğinin krizini bir bütün çözme imkanlarını oluşturamasa da, restorasyon yoluyla istikrarlılaştırılması olanaklarını yaratır.
Emperyalist sömürge ve işgal savaşları, erkek egemenliğinin yeniden yapılandırılmasının imkanlarını yaratır. Cinsiyetçi politika, nüfus politikası ve aile politikası zor ve şiddet araçlarıyla yeniden düzenlenir. Cinsiyetçi politikanın temeli heteroseksizm yoğun biçimde üretilir. Militarizasyon yoluyla şiddet ve ataerki toplumsallaştırılır. Sömürgeleştirilen halklar ve toplumlar üzerinde gericilik ve cinsiyetçilik özel biçimde örgütlenir.
Halihazırda Filistin ve Lübnan’da emperyalistlerin, bölgesel gerici, sömürgeci ve faşist devletlerin sürdürdüğü savaş ve işgal saldırıları, Ortadoğu halklarını köleleştirme politikalarının yanı sıra, kadına yönelik şiddet, katliam ve köleleştirme politikasının yükselişinin, erkek egemenliğini istikrarlılaştırma politikasının somut yansımasıdır. Kadın özgürlük mücadelesi için kırılma ve gerileme, erkek egemenliği için güç ve ivme kazanma anlamına gelen emperyalist sömürge ve işgal savaşları, erkek egemenliğinin toplumsal cinsiyetçi politikasından bağımsız ele alınamaz. Aksi halde, bu savaşlar karşısında mücadele görevlerinin belirleniminde cins özgürlükçü görüş açısı oluşturulamayacağı gibi, kadınlar bilanço rakamlarında cinsel işkence ve şiddeti tespit verilerine dönüşür. Emperyalizmin Savaş Güzellemeleri Ve Cinsiyetçi İşbölümü Savaş öncesi vitrinlerinden toplumsal eşitlik söylemini indirmeyen emperyalist burjuva devletler, savaş dönemi özlerini, yani erkek egemenliğini alenen propaganda eder. Cinsiyetçi söylemler yaygın biçimde dolaşıma sokulur. Cephede savaşan “kahraman” erkek, çocuğunu ve eşini kaybeden mağdur, fedakar kadın, vatan, aile propagandanın temel argümanı olur. Sistematik olarak üretilen erkek egemenliğiyle cinsiyetçi işbölümü toplumsal norm ve normale dönüştürülür.
Emperyalist sömürge ve işgal savaşlarının erkek egemenliğini üretiminin çarpıcı örnekleri, birinci emperyalist paylaşım savaşında dönem ve ihtiyaçlarla bağlı içeriklendirilen propaganda afişlerinde fazlasıyla mevcuttur. Teknoloji ve iletişim araçlarının henüz günümüz düzeyinde gelişmediği 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, propaganda afişleri, toplumsal algıyı yönetmenin, erkek egemenliğini üretmenin araçlarıdır. Sayıları binleri bulan bu afişlerden üçünü incelemekte yarar var.
1915’te İngiltere’de tasarlanan “Bu Resimde Neredesin?” başlıklı afiş, savaşta farklı cephe ve görevlerle toplumsal cinsiyetçi işbölümünü resmeder. İkisi kadın, dördü erkek olmak üzere altı kişi vardır. Mekanlar cephe, cephe gerisi ve sermayenin üretim alanı fabrikadır. İngiliz bayrağı önünde bulunan bir topu ateşlemek üzere hazır bekleyen denizci bir asker ile elinde tüfeği olan bir başka asker cephededir. Aynı askerlere mektup taşıyan ise küçük bir erkek çocuktur. Afişte yer alan iki kadından biri cephe gerisinde hemşire, diğeri ise fabrikada üretilmiş mermileri masa başında dizen kadın işçidir. Son olarak elleri cebinde yürüyen ve savaşı izleyici konumuyla “Bu resimde neredesin?” sorusunu güçlendirme imgesi olan bir erkek ile elinde balyozla çalışan bir erkek işçi vardır. Eli cebinde yürüyen erkek dışında herkes savaşla bağlı işlerdedir.
Afişte bulunan iki kadın da cinsiyetçi işbölümüne uygun konumlandırılmıştır. Cephede erkek askerler, cephe gerisinde ise onlara sağlık hizmeti vermek üzere bekleyen hemşire bir kadın. Fabrikada elinde balyozla ağır işte üretim yapan erkek işçi güç ve üretimin simgesiyken, kadın işçi üretim alanının ikincil ve elbette geleneksel cinsiyet rolü gereği üretilen ürünü düzenleyendir. Oysa dönemin gerçeği resmin tam aksini söylemektedir.
Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarında, özellikle savaş sanayisini, fabrikaları dolduran kadın işçilerdir. Kadınlar ağırlıklı olarak, metal, silah, mermi, patlayıcı, üniforma yapımı ve konserve fabrikalarında çalışmıştır. İkinci emperyalist paylaşım savaşı süresince, savaş sanayisinde çalışan kadın işçilerin sayısı İngiltere’de 6,5 milyon, ABD’de 6 milyondur. Ucuz işgücü kaynağı kadın işçiler, iş güvenliğinden yoksun, hiçbir sağlık önlemi olmadan çalıştırılmıştır. Binlercesi yoğun kimyasal gaz ve maddelere maruz kalma sonucu, solunum ve akciğer hastalıklarına yakalanmıştır. Kadınlar üretim sırasında yaşanan patlamalarda yaşamını yitirmiş, ellerini, gözlerini kaybetmiştir.
1917’de ABD Deniz Kuvvetleri için tasarlanan “Bayrağı İzleyin” afişi, dönemin ABD’sinin “ideal” erkek figürünü resmeder. Afişteki erkek beyaz, kaslı, güçlü, vatansever, asker ve elbette heteroseksüeldir. Üzerindeki üniforma ve elinde tuttuğu bayrağa rağmen kas hatları belirginleştirilecek biçimde estetize edilmiştir. Erkek asker tüm erkeklere bayrağı, yani ABD’yi izleme çağrısı yapmaktadır. Dönemin ulus devlet anlayışıyla uyumlu olarak, ulus ve vatan propagandası erkek üzerinden yapılmış ve vatan bayrağı erkeğin ellerine teslim edilmiştir.
Son olarak, 1917’de ABD ordusu için tasarlanan, bir kadının ağzından “keşke erkek olsaydım, orduya katılırdım” diyen afişe bakalım. Afişle, denizci astsubayı üniforması giyen genç ve güzel bir kadının ağzından üç cümle kurulur. İlk olarak, “keşke erkek olsaydım” cümlesiyle kadın erkeğe öykünerek onu yüceltir ve fiilen kendi cinsini eksik, zayıf ilan eder. Ardından, “orduya katılırdım” sözüyle savaşın erkek işi olduğuna vurgu yapar. Son olarak da, “Erkek ol ve bunu yap” talimatını verir. Afiş, Amerikan Deniz Kuvvetleri Asker Alma Merkezi adresiyle tamamlanır.
Afişte kadına, duruşu, göğüs dekoltesi ve bakışlarıyla özel biçimde erotik bir hava katılmış, kadın bedeni ve cinselliği, erkeğe çağrının metasına dönüştürülmüştür. Cinsiyetçi işbölümünü kabullenmiş, erkek olmamaya hayıflanan ve cepheye giden erkeğe öykündürülen kadın üzerinden, cephe gerisinde bulunan kadınlara da dolaylı biçimde görevleri için fedakarlık yapma mesajı vardır.
Nüfus Politikası: Doğurganlığın Kontrolü
Emperyalist devletler savaşla ve savaşın sonuçlarıyla bağlı nüfus politikasını yeniden düzenler. Nüfus politikasının özü geleneksel cinsiyetçi işbölümüdür. Erkek egemenliğinin cinsiyetçi toplumsal işbölümü doğurganlığın kontrolüne, nüfusun kontrolüne dayanır. Bunun biçimi, sermaye için işgücü üretimi ve denetimi, emperyalist sömürgeci savaşlar için asker üretimi ve denetimidir.
Emperyalist sömürge ve işgal savaşları erkek egemenliğiyle bütünleşiktir. Nüfus üretimi ve denetimi politikasının başatlığı yoğun biçimde heteroseksizmi üretir. Savaş dönemi ve sonrası, heteroseksizm dahil bütün cinsel baskı ve sömürü biçimleri, cinsel işkence ve şiddet normalleştirilir. Politikanın zor araçlarıyla sürdürüldüğü savaşta, kadını köleleştirme politikasında da zor ve şiddet aygıtları yoğun biçimde kullanılır.
Doğurganlığı denetim altına alınan kadının nüfus politikasına uyan biçimlerde hareket etmesi istenir. Teşvik politikalarının sonuç vermediği yerde kürtaj yasakları, doğum kontrol kısıtlamaları ile kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkı gasp edilir. Erkek egemen cinsiyetçi işbölümü kadının bedeni üzerindeki karar ve tasarruf hakkı ortadan kaldırılarak sağlanır.
Faşist şeflik rejiminin nüfus politikası dönem dönem rakamlarda yaptığı küçük değişikliklere karşın kadınlara 3 çocuk, 5 çocuk doğurma çağrısı, doğum sınırlılığına neden olan sezaryen yoluyla doğumu önleme ve kürtaj hakkını fiilen kullanılamaz hale getirmedir. Faşist şef Erdoğan’ın sömürgeci savaş suçlarından Roboski katliamını nüfus politikası için teşvik aracına dönüştürdüğü “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözüyse hala akıllardadır.
Savaş döneminde kapitalizmle erkek egemenliğinin çelişkili birliği daha fazla görünür olur. Sermaye politikaları ve artan ucuz işgücü ihtiyacı kadının üretimde daha fazla konumlanmasını şart koşarken, nüfus politikaları evsel köleliğin alanını genişlemeye iter.
Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları süreci ve sonrası nüfus politikası tüm zor ve baskı biçimlerini taşır. Birinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası kadın doğurganlığı yasa ve yasaklar yoluyla denetim altına alınır, kadına “milletin fedakar anneliği” görevi tayin edilir. Hitler Almanyası’nda “Her doğum Alman kadınının bir meydan muhaberesidir. Bununla kendi halkının var olup olmamasını tayin edecektir” ifadesinde somutlanan nüfus politikası yasa ve yasaklarla desteklenir. Çalışma yaşamının dışına itilen bekar kadınlara vergi ödeme mecburiyeti getirilir. 1 Haziran 1933’te kadınlara verilmeye başlanan evlilik kredilerinin ödemeleri ise erkeğe yapılır. Doğan her çocuk için vergi indirimi doğum oranını artırma politikası olarak uygulanır. Bu dönem yapılan evliliklerin üçte biri kararnameler sonrasıdır.
Mussolini ise çocuk doğurmayan kadınları ihanetle suçlar. “Kadınlar ulusun anneleri olmalıdır” diyerek, 40 milyon civarında olan İtalya nüfusunu 60 milyona çıkarma emrini verir.
Altı yıl süren ikinci emperyalist paylaşım savaşı süresince, değişik kaynaklarca farklı veriler açıklanmasına karşın, 22-23 milyonu Sovyetler Birliği’nden olmak üzere yaşamını yitirenlerin sayısı 56 milyon, değişik uzuvlarını kaybedenlerin sayısı ise 34 milyondur. Bu tabloda nüfus politikasında kadınlar için birincil öncelik “iyi anne, iyi eş” olma, yeni işgücü ve yeni savaş gücü üretimine ağırlık verme olarak belirlenir. Nüfus politikası kürtaj yasaklarını, doğum kontrol kısıtlamalarını da içerir. Savaş döneminde asker üniforması ya da işçi tulumu içinde propagandaya konu edilen kadınların yerini, savaş sonrasında evlerinde çocuklarıyla erkeğin yolunu gözleyen, mutfakta poz veren kadınlar alır. 1930’lardan itibaren Sovyetler Birliği’nde de savaşlarda verilen ağır kayıpların sonuçları ve yeni nesillerin yetiştirilmesi önceliği nüfus politikalarına yansır. Devrimin sürdürülmesi ve geleceğinin güvencelenmesinde nüfus üretimi nesnel bir zorunluluktur. Buna karşın, doğurganlığın kadın açısından evsel köleliğin temellerini oluşturucu yapısı ile kadın özgürleşmesi arasındaki çelişkinin henüz çözülemediği koşullarda, nüfus politikası kadın özgürleşmesi görüş açısından ziyade toplumsal öncelikler görüş açısıyla, doğurganlığın denetimi ve teşvikiyle sürdürülmüştür. 1936 aile ve kürtaj yasaları, 1944 annelik kararnamesi dönem politikalarının yansımalarıdır. Fazla çocuk doğuran kadınlara mali destek, madalya ve şeref ödülleri uygulamaları, on ya da daha fazla çocuk doğuran kadınlara kahraman anne unvanı, her doğum için nakit yardım ödülü gibi uygulamalar vardır. 1945’te devletten yardım talebinde bulunan bekar anne sayısı 280 bin iken, 1950’de bu oran 1.700.000’e, 1957’de ise 3.200.000’e kadar ulaşmıştır. Farklı açılardan eleştirel analiz ve tartışmaları gerektiren, cinsel çelişkilerin tamamen ortadan kaldırılmadığı koşullarda, kadın açısından evsel köleliğin alanını genişleten nüfus politikaları kadın özgürleşmesinde geriye dönüşlere, uzun vadede ise devrimin gerilemesine ve karşıdevrimin gelişimine kapı aralamıştır.
Emperyalist devletlerin erkek egemenliğini restore etme ve süreklileştirme politikasının sonucu olan nüfus politikası ile Sovyetler Birliği’nde uygulanan nüfus politikası asla bir ve aynı tutulamaz. Emperyalist devletler için kadının doğurganlığının denetimi ve evsel köleliği ideolojiktir, kapitalist sisteme içkin erkek egemenliğinin zorunlu ön koşuludur. Sovyetler Birliği’nde ise kadının özgürleşmesi, cinsiyet eşitliğinin inşası ideolojiktir. Nüfus politikasında ortaya çıkan gerilimler ise, dönemin verili koşullarında nesnel, “kaçınılmaz” bir ihtiyaca dönüşen nüfus artışı sorununun çözümünün, cinsel çelişkilerin varlığını koruduğu, toplumsal devrimin kadın devrimi ile buluşturulamadığı koşullarda nasıl ve hangi yoldan sağlanıp yönetileceği sorusuna esaslı bir yanıt geliştirilememiş olmasının ürünüdür. Ki bu sorun, güncel olarak da hala varlığını korumaktadır.
Burjuva Ordularda Cinsiyetçi İşbölümü
Savaş tek başına cephede değildir. Cephe gerisinde askeri teçhizat, beslenme, sağlık vb. lojistik alanın örgütlenmesi zorunludur. Emperyalist sömürge ve işgal savaşlarında, zorunlu hallerde toplumsal cinsiyetçi işbölümünde kısmi esnekliklere gidilse de, toplumsal cinsiyetçi işbölümünün özü korunur.
Dünden farklı olarak günümüzde, emperyalist devletlerin silahlı kuvvetlerinde ve ordularında, ülkelere göre farklılaşan kadın gücü bulunuyor. Bu durumu kadın özgürlük mücadelesinin kazanımı kabul edenler, cinsiyet eşitliğinin verisi kabul edenler kadar, kadının askeri güç ya da ordulara katılımını kendi cinsine yabancılaşma kabul edenler de bulunuyor. Meselenin kadınlarla ilgili boyutları pek çok açıdan tartışma ve incelemeyi hak ediyor. Konu burjuva ordulara daraltılamayacak denli kapsamlı ve çok boyutlu. Devrimci savaşlar, ulusal özgürlük mücadeleleri, işgal ve sömürge savaşları karşısında ulusal direniş hareketleri içindeki kadın gerçeği farklı açılardan tartışmayı gerektiriyor. Konumuz bağlamında odağımız emperyalist sömürge ve işgal savaşlarında erkek egemenliğinin üretimi olduğundan burada ayrıntılara germiyoruz.
Şüphesiz kadınların emperyalist burjuva ordularda varlığı kadın özgürlük mücadelesinin tarihsel birikim ve kazanımlarının sonucudur. Buna karşın burjuva ordular, yapıları gereği erkek egemen toplumsal işbölümü ve zihniyetin egemen olduğu, cinsiyetçi işbölümü gereği kadının ikincil konumda olduğu yapılardır. Kadınlara, istisnalar olsa da, doğrudan düşmanla temas etme, yani ön cephede konumlanma gerektirecek sahalarda görev verilmez. Görev dağılımının belirleyeni ise kadının zayıf ve güçsüz olduğu düşüncesi ve esir düşme olasılığının önüne geçilmesi istemidir. Savaşa, sömürgeleştirmeye, işgale gideceği uluslardan kadınları “ödül” olarak alma motivasyonu ile hazırlanan burjuva ordu askerleri, karşılarında bulunan güçlerin de aynı motivasyonla hazırlandığını ve esir düşme durumunda kadın askerleri neyin beklediğini iyi bilir. Ordu içinde de olsa kendisini kadının, “namusu”nun koruyucusu ilan eder.
Burjuva orduların çoğunda kadınlar hava, deniz ve kara sahalarında, düşmanı uzaktan vuracak askeri araç ve silahların kullanımında görevlendirilmektedir. Sağlık, beslenme, bakım ihtiyaçları vb. hizmet alanları zaten ağırlıklı kadın işgücüyle örgütlenir.
Kimi ülkelerin ordularındaki kadın asker oranları ve görev tablosu şöyledir:
ABD ordusunun %17,3’ü kadın askerlerdir. Cephe önünde sıcak çatışmaya girmelerine izin verilmeyen kadın askerler, topçu birliklerinde, savaş uçakları ve gemilerinde görev almaktadır.
Almanya’da genellikle topçu birliklerinde yer alan kadın askerlerin görev alanlarına ilişkin kısıtlama yoktur. İsrail’de kadınlar için 2 yıl askeri hizmet zorunludur. Rus ordusunda kadınların oranı %10’dur.
Avustralya’da 1899’dan bu yana kadınlar hemşire olarak orduda yer alabiliyor. 2017’de ordunun %16,5’i kadınlardan oluşuyordu. 2016’da kadınların savaşta birinci derecede görevlerde bulunmalarına izin verildi.
Çin’de 18 yaşını dolduran kadınların orduya katılımı ilke olmasına karşın, mecburi hizmet yasası çıkarılmamıştır. Ordunun %4,5’ini oluşturan kadınlar, ağırlıklı olarak tıbbi, veterinerlik ve diğer teknik işlerde görevli.
Japonya’da ilk kez 2001’de bir kadın general olmuştur. 2018’de ordunun %6’sını kadınlar oluşturmaktadır. İngiltere’de ordunun %9’u kadınlardan meydana gelmektedir. Düşmanla doğrudan temasta kadınlar görev alamamaktadır.
Finlandiya’da orduda askeri olmayan görevlerde kadın alımı ilk kez 1991’de başlamış, 1995’ten itibaren bütün alanlarda serbest bırakılmıştır.
Bangladeş’te kadınların orduda tıbbi alanlar dışında yer almalarına 2001’de izin verilmiştir.
Hindistan’da ordudaki kadın oranı 2014’te toplamda %3, hava kuvvetlerinde ise %8,5’tir.
Suudi Arabistan’da orduda kadınların sınırlı ve askeri olmayan görevlerde yer almalarına ancak 2018’de izin verilmiştir. Daha önce tıbbi alan dahil hiç kadın yoktur. Türkiye İçişleri Bakanlığı’nca açıklanan 2022 verilerine göre, iç güvenlik, yani polis vs. alanlarında kadın sayısı 24 bin 413, jandarma hizmetlerinde kadın subay/astsubay sayısı 2 bin 229, sahil güvenlik hizmetleri kadın subay/astsubay sayısı 101’dir.
Tarihi boyunca NATO devletleri içerisinde genelkurmay başkanlığı yapmış, bir tek kadın bulunmaktadır. O da 2018-2020 arasında Slovenya ordusunda.
Burjuva orduların militarist yapısı, cinsiyetçiliği besler. Fiziksel olarak kadınların varlığı bu gerçeği değiştirmez. Burjuva ordularda bulunan kadınlar, kendi cinsine yabancılaşır, erkek egemenliğiyle uyumlu hale gelir. Kadınların kendilerini kanıtlama ya da başarı ölçüleri erkekleşme düzeyleriyle belirlenir. Amerikalı kadın askerler Lynndie England ve Sabrina Harman’ın Irak işgalinde, Ebu Garip Hapishanesi’nde kadın ve erkek tutsaklara uyguladıkları cinsel işkence ve şiddet duruma örnektir. Ama aynı kadınlar kendileri de cinsel şiddet ve saldırıların hedefi olmaktan kurtulamaz. 2009 yılı verilerine göre, ABD ordusunda bulunan kadın askerlerin %30’u tecavüz ya da tacize uğradığını açıklamıştır.
Güç Ve İktidar Alanı: Heteroseksizm Ve Cinsel Şiddet
Emperyalist devlet ordularında, askeri kurum ve kuruluşlarında cinsiyetçilik hakim dil, cinsiyetçi işbölümü ise genel uygulamadır. Burjuva ordular erkekler için egemen erkek kimliğinin tamamlayıcı, sınayıcı son okuludur. Askeri eğitimlerde verimi düşük olan, hareket tarzı zayıf kalan erkek askerleri daha iyisini yapmaya teşvik yöntemi cinsiyetçi küfür ve söylemler ile kadın bedeninin aşağılanmasıdır. Askeri eğitimin her aşaması cinsiyetçiliğin perçinlenmesidir.
Faşist Türk devletinin ordusunda, yaygın söylemle “asker ocağının adam edeceği” askerlerin eğitim ve savaşta erkekliklerini kanıtlamaları istenir. Doğarken asker sayılan her Türk tanımı kadınları içermez. Orduda erkeğe ait görülen tüm pratikler yüceltilir, zayıflıklar ise kadını aşağılayan cinsiyetçi söylevlere konu edilir. Askerler için “kız gibi yürüme”, “kız gibi korkak olma, erkek ol, cesur ol” lafları gündelik rutindendir.
Burjuva orduların heteroseksist yapıları gereği gay ve translar kabul görmez, aşağılanmaya konu olur. Türkiye gibi kimi ordularda trans erkekler zaten orduya kabul edilmemekte, trans bir kadının askerlikten muafiyet belgesi alabilmesi içinse cinsel kimliğini belgelemesi, görüntülü olarak ispatı istenmektedir.
Seks endüstrisi ve pornografi burjuva orduların resmi eğlence biçimidir. Askeri bölgelerde seks endüstrisinin teşviki ve yatırımlarının önünün açılması sır değildir. Burjuvazi için büyük bir rant ve sermaye alanı olan seks endüstrisi, savaş dönemlerinde hem askerlerin cinsel ihtiyaçlarının karşılanması hem de rant alanının büyütülmesi için özel biçimde örgütlenmektedir. Özellikle işgal ve sömürge alanlarında, kadın bedeninin genel bir meta ve genel bir sermaye yatırım alanına dönüşümü devasa boyutlara ulaşmaktadır.
Burjuva orduların işgal ve sömürge alanlarında kadınlar savaşın bilinçli seçilmiş hedefidir ve savaş ganimeti kabul edilmektedir. Kadın ve kız çocuklarına cinsel sömürü, şiddet, taciz ve tecavüz sistematik olarak uygulanır. Kadınlar baskı altında tutulmak istenen halkı, düşmanı aşağılamanın, küçük düşürmenin aracı haline getirilir. Emperyalist devletlerin kadın bedeniyle özdeş “namus” propagandası, kendi orduları için ulusu, devleti savunmanın motivasyonuyken, işgal alanında, savaşılan gücün, ulusun savaş iradesini kırmanın, aşağılamanın aracıdır. 2001 yılı Irak işgalinde tüm dünyaya servis edilen görüntüler hala hafızalardadır. ABD askerlerinin Ebu Garib Hapishanesi’nde, Iraklı erkeklerin başına kadın iç çamaşırı geçirmeleri, yani erkekleri “kadınlaştırdıkları” mesajı ve kadınlara uyguladıkları cinsel işkence, şiddet, tecavüz saldırıları özel biçimde yayınlanmıştır. Ebu Garip’ten yansıyan görüntüler emperyalist barbarlığın ve erkek egemen çürümenin resmidir.
Psikolojik savaşın parçası olan cinsel saldırı ve işkenceler Irak halkını ve işgale direnen güçleri teslim olmaya zorlanma biçimleridir. Tutsak kadınlara tecavüz erkek egemen toplumun değer yargılarına saldırı yoluyla tüm topluma verilen mesajken, erkeklere tecavüz erkekliğin aşağılanması, yani “kadınlaştırılması”, teslim alınması, artık savaşamaz durumda olduğu mesajıdır. İki durumda da saldırı kadın bedeni ve cinselliği üzerinden yapılmıştır. Tarih sayfaları işgal ve sömürge savaşlarında kadın ve kız çocuklarına uygulanan cinsel işkence ve tecavüz saldırılarının verileriyle doludur. Ki bu veriler de yaşanan vahşetin tam tablosunu yansıtmamaktadır. Kimi verileri sıralamak gerekirse:
1994’te Ruanda’da 500 bin kadın tecavüze uğramıştır. Kongo’da binlerce kadın ve kız çocuğuna işgalci güçlerce tecavüz edilmiştir. Somali’de 1991-92 yıllarında 300 bin kadın mülteci kamplarında tecavüze uğramıştır. Bosna-Hersek’te ırkçı faşist Sırp birlikleri 50 bin Boşnak kadına tecavüz etmiştir. Japonya ikinci emperyalist paylaşım savaşında işgal ettiği topraklarda askerleri için “askeri genelevler” kurmuş, Kore, Tayland, Filipinler ve Japonya’dan getirdiği genç kadınları zorla buralarda çalıştırmıştır. Bu dönem Japonya’nın Koreli, Taylandlı ve Filipinli en az 200 bin genç kadına zorla seks işçiliği yaptırdığı ortaya çıkmıştır. Nazi Almanya’sında, toplama kamplarının yanına ayrıca inşa edilen “evler”e kapatılan tutsak genç kadınlara sistematik olarak tecavüz edilmiş, bu tutsak kadınlar hamile kaldıkları anda katledilmişlerdir. Yine ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde on binlerce kadın tecavüze uğramıştır. Sömürgeci faşist Türk devleti destekli Daiş’in Şengal’i işgal ve soykırım saldırılarında on binlerce Êzidî kadına ve çocuğa tecavüz edilmiştir. Kadın ve kız çocukları seks kölesi olarak esir alınmış, köle pazarları kurularak satışa çıkarılmışlardır. 7 Ekim 2023’ten bugüne İsrail siyonizminin işgal saldırılarında Filistin’de, Lübnan’da binlerce kadın katledilmiş, sayısız kadın tutsak cinsel işkence ve tecavüze uğramıştır.
Sömürgeci faşist Türk devleti Bakur Kürdistan’da on yıllardır sürdürdüğü sömürgeci işgal savaşında kadınlara, özelde de özgürlük savaşçısı kadınlara dönük cinsel şiddet ve saldırı politikasını sistematik olarak uygulamaktadır. 2015 Bakur özyönetim direnişlerinde JÖH, PÖH ve paramiliter çetelerin girdikleri evlerin yatak odalarına “kızlar biz geldik” yazmaları, Varto’da katledilen PKK/YJA-STAR gerillası Ekin Van’ın çıplak bedeninin sokaklarda teşhiri faşist Türk devletinin cinsiyetçi, tecavüzcü savaş politikasının yansımalarıdır. Türkiye’de ise devrimci komünist kadın savaşçı ve gerillalar yine faşist Türk devletinin cinsel şiddet ve saldırılarının hedefi konumundadır. 22 Aralık 2015’te kuşatıldığı üste direnerek şehit düşen MLKP/FESK gerillası Şirin Öter’in vajinasına kurşun sıkılması bilinçli örgütlenmiş cinsiyetçi politikanın bir parçasıdır.
Savaş nedeniyle topraklarını terk etmek zorunda kalan kadınları bekleyen de cinsel işkence ve saldırılardır. Kadınlar göç yollarında ve sığındıkları ülkelerde şiddetin her biçimine maruz kalır. Mülteci kadınlar kamplarda cinsel saldırının, şiddetin hedefi olurlar. Birçok mülteci kadın, yaşadıklarını, aile ve toplum korkusu, gelecek kaygısı, dil engeli, sığındığı ülkede hukuki destek alma olanağı bulunmaması nedenleriyle açıklamamaktadır. Cephe Gerisinin Sömürü Kaynağı Olarak Kadın
Savaş dönemi “vatan” kadının bedeniyle özdeş kılınır. Kadın bedeni ulusal kimliğin ve “onur”un odağına dönüştürülür. Ulusun erkeklerine, vatanlarını, kadın ve çocukları korumaları karşılığında egemen erkekliğin sınırsız imkanları sunulur. Erkek cephenin sahibi, yani savaşın hakimi, gücüdür.
Burjuvazi savaş döneminde işçi, emekçi, ezilen sınıf ve tabakalardan erkekleri kendisine yedekler. Sermaye çıkarları adına yürüttüğü savaşı vatan, ulus demagojisiyle toplumsallaştırır. Cinsiyetçiliği, savaş gücü erkeğin motivasyon aracına dönüştürür. “Vatan savunması namus borcudur”, Vatan namustur” söylemleri sıklıkla propaganda edilir. Ulusun ve kadınların koruyucusu ilan edilen askerlerin işgale gittikleri bir başka ülke ulusundan kadınlara uyguladıkları cinsel şiddet, tecavüz ve saldırılar psikolojik savaşla maskelenir.
Aile kurumunun korunması, kadına “aile ve çocukları için fedakarlık” çağrılarıyla ve vatanla bağlı demagojik söylevlerle hatırlatılmaktadır. Ev içinde ve dışında cinsiyetçi sömürünün ekonomik, politik ve ideolojik kurumları savaşın ihtiyaçlarıyla uyumlulaştırılır. Kadın emeği ve bedeni üzerindeki toplumsallaşmış erkek tasarrufuyla biçimlendirilen evsel köleliğe dayalı burjuva ailenin korunması önceliği devam eder ve evsel kölelik derinleştirilir. Öte yandan, sermayenin ihtiyaçlarıyla bağlı savaş ekonomisi, kadının hem işgücü metası, hem cinsel meta olarak kullanımını ve sömürüsünü sınırsızlaştırır. Kadına hem ucuz işgücü olmayı hem de evsel köleliği kabul etme, yani çifte sömürüye gönüllülük dayatılır. Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarında, üretimde, özellikle savaş sanayisinde yoğun biçimde kadın işgücü kullanmıştır.
Türkiye’de işgücü açığının kapatılması için kurulan “Kadın Amele Taburları”, ardından da “Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiye” için katılım çağrıları dini vaazlar yoluyla yapılmıştır. Evsel kölelik görevleri baki sayılan kadınlardan geçici süreyle savaş düzeni almaları istenmiştir. Kadınların dönem pratiklerine ilişkin tüm anlatılar asker annesi, asker eşi, asker bacısı gibi tamlamalarla sunulmuştur. Kadın ne iş yaparsa yapsın, cephede olan askerle tanımlanan, onun mülkiyeti olmakla belirlenen pozisyondadır.
Hitler Almanyası’nda, zorunlu hale getirilerek kurulan kadın seksiyonlarına 1934’te yüz binlerce kadın üye olmuştur. Sayısı 6 bini bulan faşist seksiyonlarda örgütlü kadınlar çoğunlukla kızıl haç, işletme, depo gibi alanlarda çalıştırılmıştır.
Vatan için fedakarlık yapmaları beklenen kadınlardan, toplumsal yaşamda ve ucuz işgücü olarak üretimde emeklerini sonuna kadar kullanmaları istenir. Bu yolla kadınlar ulusun bir parçası olarak savaşa yedeklenir. Savaş gerekçesiyle kadınlardan erkek egemen tüm yaptırım ve uygulamalara rıza göstermeleri istenir.
Erkek Egemen Savaşa Karşı Cins Özgürlükçü Mücadele
Emperyalist sömürge ve işgal savaşları militarizmdir, ırkçılıktır, cinsiyetçiliktir. Burjuvazi için yeni yatırım ve sömürge alanları, işçi, emekçi ve ezilen halklar için, kadınlar için, işsizlik, yoksulluk, açlıktır. Burjuva sistemin ekonomik, siyasi ve askeri kuramlarında daha fazla güçlenen erkek egemenliğinin burjuva ailenin krizine yeni müdahale olanaklarının yaratılmasıdır. Erkek egemen sistemin restorasyonuyla istikrarlılaştırılmasıdır.
Kadınlar sömürgeci ve işgalci savaşların yalnızca mağduru değil, aynı zamanda bunlar karşısında mücadelenin önemli toplumsal bir dinamiğidir. Savaşların erkek egemen yapısı, bir yandan kadınlara dönük saldırıları arttırırken, diğer yandan kadın kitlelerinin savaş karşısında etkin mücadele etme, toplumsal mücadelede öncü roller üstlenme olanaklarını genişletir.
Hatta yaygın olarak, kadın barış kavramı ile özdeşleştirilir. Bu özdeşliğe kaynaklık eden, erkek egemenliğinden beslenen, kadının cephe gerisine ait olduğu ve savaşın kadın işi olmadığı geri bilincidir. Ki devrimci savaşlar ve ulusal özgürlük savaşları tam aksini söylemektedir. Erkek egemenliğinin cinsiyetçi işbölümü sonucu kadına barış savunuculuğu görevini tayin edenlerin kadının kimyası, doğası gibi bilimsellikten uzak temellendirmeleri bir yana, kadınlar sömürge ve işgal savaşlarına karşı mücadelede elbette etkin biçimde yer almaktadır/almalıdır. Bunun nedeni kimya-biyoloji değil, emperyalist ve sömürgeci savaşların erkek egemen karakteri, cinsel işkence, tecavüz ve şiddeti sınırsızlaştıran gerçeğidir. Savaş dönemi nüfus politikalarıyla kadın doğurganlığını denetim altına alan, kadınları kitlesel biçimde evsel köleliğe iten cinsiyetçiliktir. Kadınların savaş süreci ve sonrası işsizliğin, yoksulluğun, açlığın ağır yükünü omuzlamak zorunda kalmalarıdır.
Kadınların savaş karşıtı mücadelesi erkek egemenliğine öfkenin yansıması, sonucudur. Dolayısıyla, kadınların emperyalist sömürge ve işgal savaşları karşısında mücadelesi, aynı zamanda erkek egemenliğinin restorasyonuna, yeniden üretimine karşı cins özgürlük mücadelesidir. Bu mücadele aynı zamanda antiemperyalist, antisömürgeci ve antifaşist niteliktedir.
Emperyalistler, gerici, sömürgeci, faşist bölge devletleri Ortadoğu’da savaş ve işgal saldırılarını genişleterek sürdürüyor. Yine faşist şeflik rejimi Kürdistan’a dönük ırkçı-sömürgeci-soykırımcı işgal ve tasfiye saldırılarını derinleştiriyor. Sömürgeci savaş ve işgal saldırılarına karşı direnişte toplumsal mücadelenin önemli bir dinamiği olarak kadın kitlelerinin etkin katılımı, hem politik olarak diğer toplumsal dinamiklerle etkileşimin, hem de erkek egemenliğiyle mücadelenin gereğidir.
Kadın hareketi, diğer toplum kesimlerine sömürge ve işgal savaşlarına karşı mücadelede cins özgürlükçü görüş açısı kazandırmayı, erkek egemenliğinin ittifak politikasını zayıflatarak hegemonya alanını daraltmayı önceliği haline getirmelidir. Bu da ancak kadın hareketinin birleşik mücadelenin aktif bir bileşeni olarak politik alanını genişlemesiyle mümkün olabilir.
Kadın hareketi barış savunuculuğu adına değil, emperyalist sömürge ve işgal savaşları karşısında ezilen halkların özgürlüğünü savunma, militarizme ve erkek egemenliğine karşı kadın özgürlük mücadelesini büyütme ve kadın kazanımlarını koruma adına savaş karşıtı mücadeleyi yükseltmelidir. Kadın hareketi, emperyalist sömürge ve işgal savaşlarını takip etme, kadınlara yönelen saldırıları kınama pozisyonunun ötesine geçerek, aktif savunma hattında konumlanmalıdır.