PKK ile Türk burjuva devleti arasında halen gündemde sıcaklığını koruyan uzlaşma arayışının “bir şekilde” gerçekleştiğini, bir anlaşmaya ulaşıldığını varsayalım. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, bunun Kürt ulusal sorununun çözümü anlamına gelmeyeceğini kuvvetle vurgulayalım. Gündemde olan uzlaşmanın mücadelenin koşullarını değiştireceği de doğrudur. Zaten biz de burada tam olarak uzlaşmanın yeni bir mücadele döneminin başlangıcı olacağını vurgulamak istiyoruz. Bu aynı zamanda, devrimci programın bölgesel Kürt ulusal sorununun bütünde ve parçalarda çözümüne dair temel öngörülerinin güncel ve geçerli olduğu anlamına gelir.
Savaş, Barış Ve Uzlaşmaya Dair
Politika savaşı da kapsayan daha büyük bir bütündür. Savaş araçtır, politikanın şiddet araçlarıyla yürütülmesidir. Politik mücadelenin hayati “sorun”ları başka araç ve yöntemler ile çözülemediğinde “politika” savaş düzlemine sıçrar, yeni bir nitelik kazanır. Engels bu nedenle politikada savaşı ticaretteki peşin paraya benzetir! Savaş amaç değildir. Savaş şiddet araçlarıyla iradesini kırarak hasmına politik amaçlarını dayatma eylemidir. Burada politikanın “ekonominin yoğunlaşmış hali” olduğuna dair marksist öğretiye gönderme yapmanın yeridir. Emperyalist paylaşım savaşları, sayısız işgal ve ilhaklar, sömürgeleştirme savaşları hatırlansın. Hepsinin itici gücü bir ülkeyi sömürgeleştirme, başkalarının yurdunu ele geçirme, halklar üzerinde zorla egemenlik kurmadır.
“Barış” en az savaş kadar ciddi siyasi bir sorundur. Esasen savaşın devamı, sonucu ve genellikle amacıdır. Tıpkı savaşın yasası gibi barış da hep galip tarafın barışı olur! Demek ki, özellikle devletler arası savaşlarda taraflar için barış amaçtır, savaşın tarafları barış yapmak isterler. Barış her bir taraf için farklı anlamlar taşır. Bu özgürlük için verilen savaşlar kadar paylaşım savaşları için de bütünüyle doğrudur. Paylaşım savaşlarında emperyalistler fiilen güçleri oranında dünyayı paylaştıktan sonra bunu kayda geçirdikleri köleci barışlar yaparlar. Ya da bir ülkeyi işgal edip kendi egemenliklerini güç kullanarak dayattıktan sonra bunu bir barış anlaşmasıyla “hukukileştirirler”. Bunlar emperyalist ya da köleci “barış”lardır.
“Evrensel barış” komünistlerin ülküsüdür, sınıfsız, sömürüsüz, cins özgürlükçü, devletsiz, insanın-toplumun varoluş kaynağı doğa ile barışık, insani yabancılaşmanın bütün biçimlerinin aşıldığı bir uygarlık düzeni ve düzeyidir. Özel mülkiyet son tahlilde bütün toplumsal ve siyasal sorunların kaynağıdır. Sömüren-sömürülen, yöneten-yönetilen, ezen-ezilen uzlaşmaz karşıtlıklarıyla bölünmüş sınıflı toplumlar tarihi boyunca savaşların kaynağı son tahlilde özel mülkiyet gerçekliğidir. Evrensel barışa giden yol kapitalist özel mülkiyetin toplumsallaştırılmasından geçer.
Kürt halkının kitlesel barış talebinin birkaç on yılık tarihi var. Kürt halkı, önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nı da barış özlem ve talebinden okuyor. Newroz’da görüldüğü gibi gitgide daha çok adil, onurlu ve demokratik bir barış talebini ön plana çıkarıyor, ona odaklanıyor. Kürt halkının barış talebinin “yenileni olmayan” bir barış istemi olarak tanımlamak yanlış olmaz. Eğer bir “barış” olacaksa, sahadaki durumun da yenileni olmayan bir barışa uygun düştüğünü vurgulamak gerçeğin aslına uygun olur. Fakat bu durumda “barış” “Kürt ulusal sorunu”nun çözümü anlamına gelir mi? Aşağıda bu soruya yanıtın yanı sıra “Kürt ulusal sorunu”nun çözümünün anlam ve kapsamı üzerinde ayrıca duracağız.
Faşist şeflik rejimi “barış” kavramını diline dahi almadan bir barış anlaşması, uzlaşması için uğraşıyor. Barış masası “kurulmamış”, masaya “oturulmamış” gibi davranıyor! Hatta savaşı kazanmış imajı vermeye, zafer kazanmış algısı yaratmaya çalışıyor. Düşkünlere, sömürgecilere yakışan bir ikiyüzlü pişkinlikle ideolojik-psikolojik savaş yürütüyor. İnkarcı sömürgeciliğin barıştan köleci, köleleştirici bir barışı anladığı, sözcülerinin söyleminden olduğu kadar, hareket tarzından da anlaşılıyor. Sömürgeci küstahlık sanki karşısında savaş alanında yenilmiş bir ordu varmış da ona teslim olma koşullarını dikte etme gücüne sahipmiş gibi davranıyor.
İnkarcı sömürgecilik bir uzlaşma ihtiyacı duyduğu için Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’a başvurdu. 2015’ten bakıldığında bu yeni bir durum anlamına geliyor. Türk burjuva devleti “çöktürme planı”nın amaçlarına ulaşamadığını kabullenmiş oluyor. Bir kısım başarılar kazanmış olmasına karşın Kuzey Kürdistan halk direnişini kıramadı, halk örgütlenmesini tasfiye etmek şurada kalsın, örgütlülüğünü de dağıtamadı. Medya Savunma Alanları’ndaki gerilla direnişini, gerillanın savaş iradesini kıramadı. Rojava devrimini tasfiye etmeyi başaramadı. İnkarcı sömürgeciliği Öcalan’ın ayağına gitmek zorunda bırakan nedenlerin başında bunlar geliyor. Faşist şeflik rejiminin Batı’da devrimci hareketin direnişini tasfiye edemediğini de bunlara eklemeliyiz.
Diğer yandan, bu uzlaşma arayışında bölgesel durumun değişen koşullarının rolüne ayrıca dikkat çekmek gerekiyor. Geride kalan on yıllık dönemde askeri bir güç olarak öne çıkan Rojava devriminin son bir-iki yıllık dönemde politik bir güç olarak kazandığı bölgesel ve uluslararası önem, ağırlık dikkate değerdir. Türk burjuva devleti bu dönemde bölgede değişen kuvvet ilişkilerinden kendisi için bir “beka tehdidi” sonucu çıkardığını ilan etti. Bu nedenle, dikkatini başka yöne çevirmek, güç ve enerjisini, imkanlarını başka önceliklere yönlendirmek ihtiyacı duyduğu için de, savaşla tasfiye edemediği “sorunu” geçici bir “uzlaşma” ile ötelemeye, ertelemeye, aynı anlamda “ara bir çözüme” yönelmiş bulunuyor.
Herhangi bir uzlaşmanın yalnızca çatışan taraflardan birisinin ihtiyaç duyması ile gerçekleşmesi mümkün olmuyor. Eğer taraflardan herhangi birisinin savaş iradesi kırılmadıysa, “uzlaşma” ancak çatışan tarafların ortak isteği ise gündeme girebilir. Bir tarafın istemesi, talep etmesi yetmez. Şimdi inkarcı sömürgeciliğin Abdullah Öcalan’ın ayağına gitmesi nasıl onun uzlaşma ihtiyacını yansıtıyorsa, Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile verdiği yanıt da Kürt ulusal demokratik hareketinin “uzlaşma” ihtiyacını yansıtıyor! Hatta “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nda Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi ... silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” cümlesinde yansıyan analizini “varoluşsal bir tehdit” algısına yormak yanlış olmaz.
Yukarıda değindiğimiz gibi, özen ve ısrarla adı konmayan, İmralı ile kurulan özgün müzakere masasının “sorunu” nedir? Müzakere edilen nedir, “uzlaşma” ya da “ara çözüm” arayışı olarak tanımlanabilecek ilişkileniş “neyin”/nelerin etrafında dönmektedir? Çağrı metninin “Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür” cümlesinin gerektirdiği “siyasi ve hukuki” koşulları devletin oluşturacağı taahhüdü dile getiriliyor. PKK’nin silah bırakması ve feshedilmesi karşılığında devlet de bunu taahhüt ediyor! İmralı’da Öcalan’ın okuduğu çağrı metnine yapılan sözlü ek de bunu vurguluyor. Abdullah Öcalan’ın heyet ile ilk görüşmesinden sonra yayınlanan yedi maddelik açıklamasında da “siyasi ve hukuki” koşullar tanımı yer alıyor, “siyasi ve hukuki” koşulların oluşturulmasının önemine dikkat çekiliyordu.
Zaten esasen Öcalan’ın okuduğu “çağrı” bir uzlaşma belgesi olarak kabul edilmelidir, Öcalan tarafından hazırlanan metin “devlet” (yani devlet heyeti) tarafından onaylandığı için gün ışığına çıkabilmiştir. Askeri bir yenilgi ile kendi iradesini karşı tarafa dayatamayan veya askeri olarak zafere, amaçlarına ulaşamayan taraflar (halihazırda iki tarafın da savaş iradesi kırılmış değildir!), “bir yenişememe durumu” olduğunu kabullenip zapta geçirerek, “ilişkilerinin” nasıl veya hangi koşullar altında süreceğini karara bağladıkları bir uzlaşma, bir anlaşma yapıyorlar. Çağrı PKK’nin silah bırakması ve feshini kapsıyor, ama bu anlaşma ile Türk burjuva devleti de PKK’yi tanıyor, bir biçimde kabulleniyor, yani silahsızlanıp dönüşmesi şartıyla siyasal sistem içine alarak ona yasallık kazandırıyor. Bunun anlamı, devletin silahlı mücadeleye son verecek, silah bırakacak ve form değiştirecek PKK’ye yasal koşullar altında siyasi mücadele yürütmesinin “siyasi ve hukuki” koşullarını taahhüt ediyor olmasıdır.
Çağrı Çözümün Neresinde?
Çağrı Kürt ulusal sorununun şöyle veya böyle herhangi bir formda çözümünü dolaysız biçimde tanımlamıyor. Ancak çözüme dair güçlü imalar içeriyor. İlkin, çağrının “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” formülasyonu, 2015’te uzlaşmazlık konusu olan ulusal varlığın kabulü ve kendini yönetim hakkının en alt düzeyini ifade eden “demokratik özerklik” talebini buharlaştırmış, kolektif ulusal demokratik talepleri silikleştirip görünmez hale getirmiş görünüyor. “Bağımsız birleşik Kürdistan” talebinde “aşırı” olan hiçbir şeyin olmadığını muhakkak vurgulamalıyız. Bütün uluslar eşittir, hak eşitliğini savunmak demokratlığın temel gereğidir. Diğer bütün ulusların kendi devletlerini kurma hakkı olduğuna göre, Kürt ulusunun da kendi devletini kurma hakkı vardır, bu demokratik bir talep ve haktır, ne aşırıdır ne de milliyetçi savrulma!
Fakat diğer yandan, çağrı metni aynı zamanda, “Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür” derken de, genel biçimde ulusal demokratik taleplere gönderme yapıyor. Ulusal demokratik talepler için mücadelenin yeni koşullarda da süreceği mesajını veriyor.
Böyle bir uzlaşma “bir çeşit barış”, yenişemeyen tarafların “bir ara çözüm”de anlaşmaları olarak değerlendirilebilir, ama bu anlaşma “Kürt ulusal sorunu”nun çözümü anlamına da gelmiyor. Herhangi bir ulusal sorunun çözümü söz konusu ulusun kendisini nasıl yöneteceğine, ayrılma ya da birleşmeye kendisinin karar vermesi, “kaderini” ve geleceğini kendisinin belirlemesinin pratikleşmesidir. Siyasi demokrasi ilkesi gereği bu böyledir. Fakat bu başkaları tarafından da kabul edilmiş olmalıdır. Kürdistan ve Kürt ulusunun emperyalizm ve bölgenin gerici, sömürgeci egemen sınıfları tarafından dört parçaya bölünmesi Kürt ulusal sorununu belki de tarihin gördüğü en karmaşık bölgesel bir ulusal sorun haline getirmiştir. “Bütünsel” Kürt ulusal sorunu parçalarda oldukça özgün şekillenmekte, eşitsiz gelişme kendisini çarpıcı tarzda göstermektedir. Gelişmenin eşitsizliği kendi hükmünü sürdürmekle birlikte bütün parçalarda ulusal sorunun çözümü değişik tarihsel eşiklerde ve günceldir, ulusal kitle hareketlerinin gündemidir.
PKK ile Türk burjuva devleti arasında halen gündemde sıcaklığını koruyan uzlaşma arayışının “bir şekilde” gerçekleştiğini, bir anlaşmaya ulaşıldığını varsayalım. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, bunun Kürt ulusal sorununun çözümü anlamına gelmeyeceğini kuvvetle vurgulayalım. Gündemde olan uzlaşmanın mücadelenin koşullarını değiştireceği de doğrudur. Zaten biz de burada tam olarak uzlaşmanın yeni bir mücadele döneminin başlangıcı olacağını vurgulamak istiyoruz. Bu aynı zamanda, devrimci programın bölgesel Kürt ulusal sorununun bütünde ve parçalarda çözümüne dair temel öngörülerinin güncel ve geçerli olduğu anlamına gelir.
Devrimci Programda Kürt Ulusal Sorunun Çözümü
Kürt ulusal sorunun “emekçi çözümü” her şeyden önce “sınıfsal” bir vurgudur, “burjuva çözüme” karşı bir tavır alıştır. Kürdistan marksist leninist komünistlerinin “sosyalist yurtsever”liği ile Türkiye marksist leninist komünistlerinin “emekçi çözüm” görüşleri bir tek devrimci enternasyonalist yaklaşımın iki görünümüdür. Ulusal sorunların, o arada Kürt ulusal sorununun “burjuva”, aynı anlamda emperyalist çözümü mümkün müdür? Teorik olarak mümkündür. Emperyalizm koşulları altında çözüme ulaşmış çok sayıda ulusal sorun olduğu da biliniyor. Türkiye’de marksist leninist komünistler, Kürt ulusal sorununun çözümüne programatik yaklaşımlarını tıpkı “sosyalist yurtseverlik” gibi “emekçi çözüm” formülasyonuyla popülarize ederken, onun devrimci ve enternasyonalist temel içeriğine sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Emekçi çözümün Kürt ulusal sorununun devrimci çözümünü tanımlayan programatik yaklaşıma bağlı güncel mücadelelerinin çıkış noktası somut talepleri de, talepler için mücadeleyi kapsar. Asıl olan, sorunun kendisini en yakıcı şekilde dışa vurduğu istemlerden hareketle kitle mücadelesini geliştirmektir. Bu, birleşik devrim stratejisinin günlük çalışmaları yönetmesi, Türkiye’de işçi sınıfı ve ezilenlerinin Kürt ulusal sorunu ekseninde demokratik bilinç ve örgütlenmesinin geliştirilmesi demektir.
Devrimci program Kürt ulusal sorununun çözümüne ilişkin ne diyor? Programın öncelikle sorunu bölgesel devrim koşulları içerisinde ele aldığını görüyoruz:
“Türkiye ve Kürdistan devrimi, bölgesel devrim koşulları içerisinde, Türkiye/Kuzey Kürdistan birleşik devrimi, Kürdistan'ın kendi başına kurtuluşu ve Kürdistan'ın diğer üç parçasının İran, Suriye ve Irak devrimlerine bağlı birleşik devrimler biçiminde gelişimi olasılıklarını taşır.
Komünist hareket, bu devrimci gelişim olasılıklarının bütününü gözeterek mücadele eder. Bu gelişimi Ortadoğu bölge devriminin parçası olarak görür.
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da bölgesel demokratik ya da sosyalist federasyonlar kurulması için çalışır.” (Program 45. madde)
Programın stratejik hedefinin teorik/ programatik arka planında dünya devrimi ve dünya devriminin komünizm amacı durmaktadır. “Bölgesel demokratik ya da sosyalist federasyonlar” tek tek ülke devrimlerinin bölge devrimlerine, tek tek ülke devrimleri ve bölge devrimlerinin de dünya devrimi ve dünya proletarya diktatörlüğü perspektifine bağlı ele alındığını yansıtıyor. “Bölgesel demokratik ya da sosyalist federasyonlar” aynı zamanda dünya proletarya diktatörlüğüne bağlanma veya geçiş biçimleri olarak öngörülüyor. Bunların III. Enternasyonal programının dünya devrimi görüş açısından esinlendiğini de kaydedelim.
Programın dünya ve bölge devrimi bakış açısı, Kürt ulusal sorununu ulus devlet sınırları içerisinde ele alan dar kavrayış ve görüş açısı ile arasına daha baştan net ve kesin bir sınır çekmektedir. Programın Kürt ulusal sorununun çözümünü Kürdistan “bütününden” bakarak ele alması, bu yaklaşımla tutarlı olduğu kadar, onu tahkim de etmektedir. Kürdistan “bütününden” bakmak, aynı zamanda parçalanmış Kürdistan demektir. Kürdistan bütünselliği programın çıkış noktası olurken, parçalanmışlık gerçekliği de gelişmenin özgünlüğü ve eşitsizliğinin zemini olmaktadır.
Programda, “Dört parçaya bölünmüş Kürdistan Devrimi, aynı zamanda Türkiye, İran, Irak ve Suriye devrimi” olarak tanımlanıyor. Böylece Kürt ulusal sorunu ve Kürdistan devrimi, adı geçen bölge ülkelerinin her birinde birleşik devrimin temel bir itici gücü olurken, aynı zamanda bu ülkelerin devrimlerini birbirine bağlamanın, bölge devriminin en faal itici gücü ve çimentosu olmaktadır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de, Kürdistan’ın her bir parçasında durumun özgünlüğüne karşın, program “politik özgürlüğün kazanılması”nı, işçi-emekçi meclislerine dayalı halk cumhuriyetlerinin kurulmasını “Kürdistan Devriminin tamamlanması ve güvencelenmesi için ulaşılması gereken bir eşik” olarak görüyor. “Türk, Kürt, Arap, Fars ve bölgenin diğer halklarının meclislere dayalı cumhuriyetlerinin federatif birliğini sağlamak proletaryanın ilk eldeki görevlerindendir. Komünist hareket dört parça Kürdistan'ın özgürlüğü ve birliği için mücadele eder.” (Program 52. madde)
Program Türk, Kürt, Fars, Irak ve Suriye Arap halklarının kendi cumhuriyetlerini kurmalarını, her birinde gönüllü birlik temelinde federasyonlar oluşturmalarını (ki komünistlerin her bir federasyonun Ortadoğu bölgesel halklar federasyonuna yöneltilmesi bakış açısı ile mücadele edeceklerini anlıyoruz) Kürt ulusal sorunun çözümünün temel adımları olarak görüyor. Bu temel adımların, gerçekleşme biçiminden ayrı olarak, “Kürdistan'ın özgürlüğü ve birliği” ile tamamlanması gerektiğini kaydediyor.
Kürdistan’ın herhangi bir parçasındaki gelişme bütünü etkilemektedir. Kuşkusuz tecrit halde ele alınamaz, anlaşılamaz. Ancak “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın başlattığı süreçle bağlı olarak, burada Kürt ulusal sorununun Kuzey Kürdistan parçası bakımından komünist programın çözümü üzerinde daha fazla durma ihtiyacı var. Kuzey Kürdistan’da Kürt ulusal sorunu çözülmüş değil. Böyle olduğu içindir ki, komünist programın Kuzey Kürdistan için önerdiği devrimci çözüm, güncel durumda bir uzlaşma olsun ya da olmasın, bütünüyle geçerlidir.
Antifaşist, antisömürgeci, antiemperyalist, cins özgürlükçü demokratik devrim programının 1. maddesine göre:
“İşbirlikçi tekelci burjuvazinin sömürgeci faşist diktatörlüğü zora dayalı devrimle yıkılacak, yerine ayrılma hakkının korunduğu, işçi-emekçi meclislerine dayalı Türkiye ve Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği kurulacaktır.
Türkiye ve Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği’nde kadınlar iktidarın eşit ve bağımsız ortağı olacaktır.”
İki ulus ve iki ülke gerçekliği içerisinde Kürt ulusal sorunu “birleşik devrim”in temel bir sorunudur. Kürt halkının birkaç on yıllık dönemde PKK önderliğinde yürütegeldiği mücadelede “çözüm” taleplerinin birçok kez önderlik tarafından geri çekildiği biliniyor. Bu kuşkusuz PKK’nin karar verebileceği bir durum. Diğer yandan, ulusal demokratik hareketten ayrı olarak Kuzey Kürdistan komünist hareketinin, sosyalist yurtseverlerin kendi çözüm planları var ve bunun Türkiye ve Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği amacına bağlı olduğu, aynı zamanda “Kürdistan'ın özgürlüğü ve birliği”ni hedeflediği biliniyor.
Kürt ulusal sorununda devrimci çözüm Türkiye’de devrimci enternasyonalizmin birinci mihenk taşıdır. Türkiye işçi sınıfının enternasyonal eğitimi ve demokratik bilincinin gelişmesi, sömürgeci Türk burjuvazisinden bağımsızlaşması bakımından öncelikli bir belirleyen durumundadır. Egemen ulus milliyetçiliği ve şovenizmle, özellikle de sosyal şovenizmle mücadele kesintisiz yürütülmez, somut ve güncel olarak özsavunma, ayrılma ve kendi ulus devletini kurma hakkı kabul edilmezse, Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkı üzerine söylenecek sözlerin hiçbir değeri olamaz. Daha doğrusu bu, siyasal ikiyüzlülük ve demagojiden başka bir şey olamaz.
Kuzey Kürdistan’dan ayrı olarak Türkiye işçi sınıfının ulusal bileşiminin iki ulustan işçilerden oluşması, Kürt ulusal sorununun işçi sınıfının sınıf birliği açısından belirleyici önemine işaret eder. “İşçi sınıfının birliği” devrimci sınıf politikasının birinci sorunudur. Kürt işçinin Türk işçiye güveni nasıl sağlanacaktır? Aynı sorun Alevi inancından ve İslam’ın Sünni mezhebinden işçiler bakımından da geçerlidir. İşçi sınıfının sınıfsal birliği anacak ve ancak tutarlı demokratlık temelinde kurulabilir. Kadın işçileri kendileriyle eşit görmeyen erkek işçilere kadın işçiler nasıl güvensinler ki?! “Eşitlik”, “eşit haklar”, tutarlı demokratlığın gereği olduğu kadar, güvenin temeli ve sınıfsal birliğin, keza halklar arasında kardeşliğin en sağlam harcıdır.
Tutarlı demokratlık, egemen Türk ulusundan işçinin, Türk burjuvazisi ve küçük burjuvazisinden ayrı olarak, kendi ulusunun sahip olduğu bütün hakları Kürt ulusu için de kabul etmesini, Türk ulusu ile Kürt ulusunun eşitliğini tanımasını, hatta politik özgürlük mücadelesinin bayrak taşıyıcısı ve antifaşist, antisömürgeci, antiemperyalist, cins özgürlükçü demokratik devrimin önder sınıfı olarak, Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları için mücadelenin de öncüsü olmasını gerektirir. Bu bütün demokratik sorunlar, eşitlik ve özgürlük için de geçerlidir.
Türkiye ve Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği’ni, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını, ayrı devlet kurma ve birleşme hakkını savunmak, propaganda etmek günlük devrimci çalışmaların başlıca görevleri arasındadır. Fakat bu, pratik devrimci politika bakımından yetersizdir. Somut ulusal taleplerin ileri sürülmesi ve bunlar için propaganda ve ajitasyon kampanyalarının yürütülmesi, kitlesel eylem ve etkinliklerin düzenlenmesi, işçi sınıfının demokratik bilincinin geliştirilmesi çalışmasının olduğu kadar, birleşik devrimin örgütlenmesi çalışmasının da her zaman güncel sorunları içerisindedir.
“Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile belirginleşen uzlaşma arayış ve yöneliminin büyük ödünler vermeye gebe olduğu görülüyor. Diğer yandan, sürecin önemli imkanlar barındırdığının da ayırdında olmak gerekir. 22 Ekimi 2024’ten günümüze, ama özellikle de Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın duyurulduğu 27 Şubat’tan sonra Kürt ulusal sorunu bir kez daha TC tarihinde Türkiye toplumunun bütün kesimlerinin içine çekildiği başat gündem oluyor. Barış, PKK, Kürt ulusal varlığı ve hakları konuları en yoğun ve en yaygın şekilde konuşuluyor, tartışılıyor. “Krizli” bir tartışma bu. Kriz, iki tarafın da savaşma iradesinin kırılmamış, iki tarafın da amaçlarına ulaşamamış olması, her birinin kendi tanımladığı şekliyle de olsa “sorunun” çözülememiş olması gerçekliklerinin “uzlaşma”, “anlaşma” yöneliminin anlaşılabilirliğini ve keza “barışma” gerekliliğini zorlaştırmasından kaynaklanıyor. Kürt ulusal direnişinin önderi Abdullah Öcalan’ın bir kez daha Türk burjuva devleti ile muhataplaşması, “savaşan tarafların” uzlaşama arayışı bölgesel Kürt ulusal sorununun geldiği düzey bakımından da önemli.
İşaret edilen gerçeklik, bütün bir Türkiye toplumunun siyasal duyarlılığının yükseldiği Kürt ulusal sorununda Türk işçi ve emekçilerine, ezilenlerine gerçeklerin anlatılması, onların Türk milliyetçiliği ve şovenizminden kurtulması, demokratik bilinçlerinin gelişmesi için ortam ve imkanlar yaratıyor. Devrimciler, marksist leninist komünistler bunu var güçleriyle değerlendirmelidirler. Bu esasen Türk işçi ve emekçilerini, Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerini TC ve PKK’nin uzlaşma arayışında müdahilleştirerek muhataplaştırmak anlamına gelir. Bugün Kürt ulusal sorunu hemen ve doğrudan çözülemediğine göre, birleşik devrim stratejisiyle devrimci çözüm yönelimini kitleler arasında güçlendirecek çalışmaları örgütlemek gerekir. Burada Kürt ulusal sorununun türevi olan en yakıcı talepler etrafında kitle ajitasyonu ve kitle seferberliği kampanyaları örgütlemenin büyük önemine dikkat çekilmelidir. Özellikle Türk işçi ve emekçilerine sendika sendika, fabrika fabrika, işletme işletme, mahalle mahalle, yöre derneklerinden inanç örgütlenmelerine, kadın örgütlenmelerinden ekolojik örgütlenmelere, gençlik örgütlenmelerinden LGBTİ+ örgütlenmelerine değin onlarca ve yüzlerce kitle toplantısı düzenlemek, milyonlarca bildiri dağıtmak, kentleri afişler, duvar gazeteleri ve yazılarıyla donatmak, her çeşit medya imkanlarını kullanmak elzemdir.
Vurgulanması gereken temel gerçeklik, Kürt ulusal sorununun aslında Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin, ezilenlerinin milliyetçilik ve şovenizmden kurtulmaları, demokratik bilinçlerinin gelişmesi sorunu olduğudur. Bugün eğer Türkiye işçi sınıfının sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme hakkı kullanılamaz, hemen hemen işe yaramaz hale getirilmişse, sendika seçme, hak grevi ve dayanışma grevi, genel grev ve politik grev hakları yoksa, bunun temel sebebi, işçi sınıfının kurtuluş ideolojisinin kurucusu Karl Marks’ın dediği gibi, başka bir ulusu ezen ulusun işçileri ve emekçilerinin kendilerinin de özgür olamamasıdır. Sömürgeci işbirlikçi Türk burjuvazisi, Kuzey Kürdistan üzerindeki sömürgeci boyunduruğunu ve kirli savaşı sürdürebilmek için cephe gerisini, yani Türkiye işçi sınıfını zapturapt altına almak zorunda. Sömürgeci savaşın en büyük acılarını ve bütün yükünü Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri çekiyor.
Türkiye işçi sınıfını birleşik devrim çizgisinde müdahil hale getirmek için bugün şu acil talepler etrafında kitle ajitasyonu ve mücadelesini geliştirmek gerekir:
PKK, önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nı kabul etti, kongresini toplayacağını açıkladı, tek yanlı ateşkes ilan etti. Türkiye Cumhuriyeti devleti bunu ateşkes ilan ederek yanıtlasın, taahhüt ettiği “siyasi ve hukuki” koşulları oluştursun!
Kürt halk önderi Abdullah Öcalan ve politik tutsaklar serbest bırakılsın!
Rojava ve Başûr işgallerine son verilsin!
Kürt ulusal varlığı ve anadilde eğitim hakkı anayasal ve yasal biçimde kabul edilsin!
Terörle Mücadele Kanunu yürürlükten kaldırılsın!
Herkes için basın, toplantı, örgütlenme, propaganda, ajitasyon ve demokratik eylem özgürlüğü!