Ebu Zer “Kenz ayetleri” diye bilinen, altın ve gümüşü halk için harcamak yerine biriktirenleri cehennem azabının beklediğini söyleyen Kur’an ayetlerini tekrarlamaya bayılırdı. Parayla ilgili her şeyden nefret ediyordu. Muaviye saray yaptırırken, o kendisine bağlanmış maaşı Bizans’a karşı savaşacak askerler için at beslemeye harcıyordu. Muaviye onun altın biriktirdiğini ispatlamak için bir gece evine bir kese altın gönderip sabahında adamları aracılığıyla altınları geri istediğinde, hiçbir şey yoktur Ebu Zer’de, gece hepsini yoksullara dağıtmıştır. Onu satın almak mümkün değildir kısacası.
Başlıktaki veciz sözün sahibini künyesi üzerinden tanıyoruz: Ebu Zer Gıfari. Bu topraklara hiç gelmedi, ömrü Hicaz merkezli Arap ağırlıklı coğrafyada geçti. Buna rağmen Anadolu halkı Ebu Zer’i kendinden saydı, çocuklarına “Abuzer” ismini verdi (Ulucanlar hapishane direnişinde ölümsüzleşen MLKP’li Abuzer Çat onlardan biriydi örneğin), çeşitli şehirlerde Ebu Zer’in makamı sayılan mekanlara gitti, kurban kesti. Ebu Zer halk İslam’ının çekirdeğindeki başlıca kişilerden oldu.
Asıl adı Cündeb bin Cünabe. Mekke ile Medine arasını yurt tutan ve gelip geçen kervanları soyup soğana çevirmesiyle meşhur Gıfar kabilesi mensuplarından. İslam’dan önce mert bir eşkıya, sonra Mekke zenginlerinin büyük kervanlarına el koyup halka dağıtma işinde. Kişisel özellikleriyle birlikte İslam’a katılmıştır; yetenekleri, sınırlılıkları ve özgür tabiatıyla. Yukarıdaki sözü de sünepeleşmeye karşıdır.
O nevi şahsına münhasır olmakla birlikte istisnai biri değildir. İslam’ın teorik-politik toprağı mümbitti, zira her devrimin yeni Ebu Zer’leri oldu. Dolayısıyla İslam’a bakınca “1400 yıllık gericilik görmek”, görenlerin ufuksuzluğunu gösteren apolitizm çeşitlerinden biridir. Fransız tipi dışlayıcı burjuva laisizmini devralıp sosyalist görüntüyle sürdürme eğilimiyle karakterize olan tarihsel TKP zihin dünyasından kopamamaktadır üstelik. O zihin yapısıyla sosyalist-devrimci halk hareketi yaratmak, hele bir devrime yürümek külliyen imkansızdır. Buna eklenebilecek bir dolu nedenle daha, milyonlarca yoksul Müslümanı sola-sosyalistlere düşman etmekten başka karşılık üretme kapasitesine de sahip değildir. Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinde, insan kaynağı yarı-aydın şehir küçük burjuvazisi olan çevrelerin cumhuriyetin erken dönemindeki despotik laisizmi benimsemeleri ise kemalizmin ideolojik hegemonyasına boyun eğmeleriyle doğrudan ilişkilidir.
Başa dönelim, İslam devriminin ortaya çıktığı yıllara. Yahudilikte ve Hristiyanlıkta karşımıza çıkan ve onların doğmasını hazırlayan koşullara benzer bir zeminde ortaya çıktı İslam: Eski sistem çürüyüp halktan kopmuştu, din egemenlerin hizmetinde, servet bir avuç zenginin elindeyken salınan vergiler yoksulları inim inim inletiyordu. Yahudilikte hedef Firavun, Hristiyanlıkta Roma, İslamiyet’te ise hepsi Kureyş kabilesi bileşeni olan Mekke oligarşisiydi. Diğer taraftan, hem Yahudilik hem Hristiyanlık devrimi dışarıdandı. Kurucu liderleri “yalnız” ve “zayıf” insanlardı. İslam devrimi ise içeridendi: Kureyş’e direnip din devrimini yayanlar Kureyş alt-kabile mensuplarıydı. Sözgelimi İslam peygamberinin azılı düşmanı Ebu Leheb Mekke hakimleri arasındaydı. İrili ufaklı savaşlarla Mekke-Medine çatışmasının bileşenleri akrabalardan oluşuyordu. Baba ve oğul, amca ile yeğen cephelerde birbirlerine karşı savaşmaktaydı.
İslam’ın Mekke ve Medine dönemleri strateji ve taktikte iki ayrı evreye denk gelir. Peygamber İslam’ı önce Mekke’de, akrabaları arasında yaymaya çalıştı. Kabile mensubu olduğu için canına kast edilemiyordu. O günlerin ayetlerine ve peygamberin sözlerine bakıldığında, işkence gören Müslümanlara sabır, dirayet, sonuna dek zafere-Allah’a inanmanın tavsiye edildiği görülür. Pasif savunma vardır ve askeri eylem söz konusu dahi değildir. Erken evrenin Müslümanları iyimser bir maneviyatla direnip ayakta kalmış, çekirdek örgütlenmenin dağılmasına bu yolla mani olmuşlardır.
Peygamber sınırlı sayıda taraftar kazanabilmişti. Aralarında kabile mensubu olmayanlar işkenceye uğruyordu. Bilal onlardan biri, Habeşli bir köle. Ebubekir eziyete-işkenceye maruz kalan Bilal’in kurtulmalığını ödeyip azat edince peygamber bu genç adamı taltif edip yakınında tuttu. Devrim hareketine katılmanın bedeli ağırdı. İslam’ın ilk şehidi yoksul bir kadın, adı da Sümeyye. Mekke egemenleri onu mızraklarla öldürdü, eşini işkenceyle. Oğulları Ammar bin Yasir İslam devrimine katıldı ve sonra, 90 yaşındayken, savaş esnasında Muaviye’nin askerleri tarafından öldürüldü. Devrimin ilk insan yatağı böyle imanlı devrimcilerdir; maddi olarak hiçbir şey kazanmadan, imkansız bir hayal sayılan bir ideale tutunup devrimin liderine inanarak işkenceye, aşağılanmaya katlanmışlardır.
Mekke’de Muhammed peygamberin taraftar sayısı, en kitlesel anında bile iki yüz civarında. Devrimin ilk inananı bir kadın, peygamberin eşi Hatice, çoğu zaman ona cesaret veriyor ve aralarındaki ilişki bütün anlatımlara göre büyük bir aşk ve bağlılık; peygamber 25 yaşındayken onunla evlenip 23 yıl tek eşli yaşıyor.
İkincisi bir çocuk, Ali. Cahiliyesi olmayan ilk Müslüman, devrimin içine doğuyor, içinde büyüyor, onunla şekilleniyor. Üçüncüsü peygamberin en yakın dava arkadaşı Ebubekir; tüccar, servet sahibi ve elinde ne varsa İslam devrimine harcıyor, bazen köleleri satın alıp özgürlüğüne kavuşturuyor, bazen açlıktan kurtarıyor çevresindekileri. Mütevazı biri, peygamberin vefatından sonra ilk halife kendisi, ama maaş almıyor ve geçimini sağlamak için yaşlı bir kadının develerini sağıyor, öldüğünde ondan geriye sadece birkaç kap kacak kalıyor.
Ebu Zer feda kuşağı sayılabilecek ilk Müslümanlardan. Devrimi duyunca Mekke’ye gelecek, peygamberi bulmak istediğini söyleyince dayak yiyecek. İnadı inat, ama o bir devrimci eşkıya. Aç kalıyor, horlanıyor, bir yolunu bulup Muhammed’le görüşerek İslam devrimine bağlanıyor. Her tür göreve hazır. Peygamber Ebu Zer’i Mekke’de tutmak yerine kendi kabilesi arasında örgütsel faaliyete gönderiyor.
Görevi kabilesine devrimi anlatıp yeni üyeler kazanmak. Muvaffak oluyor. O esnada Mekke’de kalma koşulları ortadan kalkan peygamber, çeşitli ön hazırlıkların ardından bir grup Müslümanla gidip devrimi Medine’de maddileştirmeye odaklanıyor. Kaçtı diyen var arkasından, korktu diyen, amaçlarından döndü diye propaganda yapan. Ama o belli bir siyasal strateji doğrultusunda atmıştır adımını, günün birinde devrimi Mekke’ye taşıyacaktır. Medine’deki ilk işi Mekke egemenlerine darbeler vurmak, kervan yollarını kesmek, mallarına el koymak. Eylemlerinin gerisinde siyasal bir zeka parıldıyor. Mekke’ye giden bütün tahıllara el koyuyor örneğin, yakındaki “tahıl ambarı” bölgenin idarecisini Mekke hakimlerine tahıl vermemeye ikna ediyor. Ancak bu arada, elde ettiği parayı gizlice Mekke yoksullarına dağıtıyor ki yokluk çekmesinler. Eylemlerin toplamı Mekke’nin prestijini kırıyor. Çevre coğrafyaların egemenleri belli bir kırılma anından sonra onu muhatap almaya başlıyor. Fiili bir ikili iktidar elde etmiş oluyor böylece. Örgütsel, daha önemlisi caydırıcı bir güç olmadıkça, kimse büyük fikirlere önem vermez sahada. Eylem kapasitesi, peygamber bakımından örgütlenme gücünü ispatlamak. Ebu Zer nerede bütün bu işler olup biterken? Medine’ye geldiği andan itibaren peygamberin yanı başında, devrimin gücüne güç katmaya çalışıyor.
Medine çölde bir vaha. Çünkü ilk kez bir din devrimi, kurucusu hayattayken belli bir coğrafyada pratikleşme imkanı bulmuştur. Hz. İsa devrimi yaymaya çalışırken ihbar edilip Kudüs valisince çarmıha gerdirilmişti. Başına gelenler büyük bir hayal kırıklığı olmuştu taraftarları bakımından. Devrimi yarım kalmış, herhangi bir yerde hayata geçirilememişti. Bu işi havariler üstlenecek, ama onların en önemlilerinden Petrus’u Roma’daki Neron öldürtecek, bazılarını hipodromda aslanların önüne atacaktı. Muhammed peygamber bu bakımdan şanslıdır, hem sonradan gelmiş olmanın avantajını kullanmıştır, hem Medine gibi verimli bir bölgeyi elinde tutabilmiştir. İnanç bileşeni yekpare değildir Medine’de. Yahudi, Hristiyan Mecusi, Pagan kimselere rastlanır şehirde. Peygamber eylemde, fiilde-amelde ittifak ön şartıyla bir hukuk oluşturmuştur Müslümanlarla onlar arasında.
Yahudilik ve Hristiyanlık da yoksul dayanışması olarak doğmuştu. Çünkü yalnızca bu yolla taraftar bulabilir, halk hareketine dönüşebilirlerdi. Her uhrevi-teolojik vaadin teşvik edici kaynağı dünyevi hayattı zira. Burada, bu dünyada karşılığı olmayan bir hayalin kitlesel rağbet görmesi mümkün değildir. Köleleri, yoksulları ve bilhassa kadınları kazanmaları özgürlüğe ve eşitliğe en çok onların ihtiyaç duymasındandı. Ama adı ne olursa olsun, iktidara hangi söylem ve eylemle gelmiş olursa olsun, biliyoruz ki, birçok özgürlükçü akım bile kurumsallaştığı oranda tutuculaşmıştır.
Hristiyanlığın ilk şehitlerinden biri bir kadın, üstelik Anadolu’dan: Azize Thekla. Mezarının Silifke’de olduğu varsayılan Thekla, devrimi duyunca zahitliği seçip karşılaştığı bütün zorluklara rağmen Anadolu’yu karış karış gezenlerden. Amacından vazgeçmiyor ve sonunda öldürülüyor. Dönemin Anadolu’sunda böyle pek çok kadın devrimci var, İslam devriminden sonra halkı devrimin içeriği hakkında aydınlatan kadınlar en nihayet o izin takipçisi.
Ebu Zer sağladığı kimi imkanlarla birlikte Medine’ye geldiğinde beş parasız. Kureyş’e mensup olmadığı için zayıf sayılanlardan biri. Peygamber Mescid-i Nebevi’nin yanında dar bir hücrede yatıp kalkıyor. Bir grup insan da mescidin bahçesinde yaşıyor ki Suffe ashabı deniliyor kendilerine. İsa’nın havarilerinin işlevine benzer görevler icra ediyorlar. Bir yerde birilerine İslam anlatılacaksa, uzaktaki bir kabile İslam’ı merak ediyorsa, mesafelere aldırmadan gidip anlatan, kazanan onlar. Genel olarak kadınlar kadınlara, erkekler erkeklere anlatıyor. Ama kadınlarla erkekler sosyal yaşamda bir arada, mescitte de. Peygamber halkın tamamıyla görüşüyor, cinsel sorunları dahil akla gelebilecek bütün dertlerini dinliyor, çözüm bulmaya çalışıyor. Politik askeri liderliğin birliği peygamberde somutlanmıştır. Medine toplumunun siyasal lideri, teolojik dünyalarını şekillendiriyor, bir de savaşlarda ordunun başında komutan olarak yer alıyor. Bu özelliğiyle İsa profilinden epey farklı. İnsanları kendisine inandırmak için mucize göstermek yerine somut bir güç olmayı, devrimini o güç aracılığıyla toplumsallaştırmayı önemsiyor.
Ebu Zer Suffe ashabı arasında mutlu. Bazen, irili ufaklı savaşlar için sefere çıkıldığında, Medine ona emanet edilmekte. Devrime sonsuz sadakatle bağlı, ama düşünsel birikimi ve idareci yetenekleri zayıf. Modern dönem devrimlerinde Kamo figürü neyi temsil ediyorsa, Ebu Zer ona denk. Peygamber, karakteri uygun olmadığı için ona idari görev vermiyor. Onun ölümünden sonra Ebu Zer’e çeşitli görevler teklif edildiğinde reddediyor, dayanağı da peygamberin kanaati. Şanda şöhrette, parada pulda gözü yok, peygamberden duyup öğrendiklerini anlatıyor, bu kadarı yetiyor ona.
Başka darlıkları da var Ebu Zer’in. Devrime sonsuz bir imanla bağlı, ama Kur’an ve hadisleri tekrarlamaktan başka bir şey yapamıyor. Önyargıları az değil. Habeşli Bilal’i derisinin renginden dolayı küçümseyince peygamber tarafından kınanıyor. Eşkıya mizacı toplu çalışmaya, takım işine müsait değil. Peygamber “Ebu Zer yalnız yaşayacak, yalnız ölecek, yalnız diriltilecektir” der onun için, ondan daha dürüst birinin olmadığını da.
Ebu Zer İslam devriminin halkçı yanının temsilcisi. Tasavvufçular ondan ilham aldı. Batı’da asketizm olarak çerçevelenen, merkezinde bir tür çileciliğin durduğu, nefis terbiyesi odaklı yaşam tarzını öne çıkaran tasavvufçular bakımından Ebu Zer kıymetli. Hakeza Ali Şiası çok sevdi onu, sonuna dek yanlarında durduğu, ehlibeytin haksızlığa uğradığını söylemekten geri durmadığı, en zor zamanlarda gücü, şöhreti seçip yolundan dönmediği için.
Ebu Zer “Kenz ayetleri” diye bilinen, altın ve gümüşü halk için harcamak yerine biriktirenleri cehennem azabının beklediğini söyleyen Kur’an ayetlerini tekrarlamaya bayılırdı. Parayla ilgili her şeyden nefret ediyordu. Muaviye saray yaptırırken, o kendisine bağlanmış maaşı Bizans’a karşı savaşacak askerler için at beslemeye harcıyordu. Muaviye onun altın biriktirdiğini ispatlamak için bir gece evine bir kese altın gönderip sabahında adamları aracılığıyla altınları geri istediğinde, hiçbir şey yoktur Ebu Zer’de, gece hepsini yoksullara dağıtmıştır. Onu satın almak mümkün değildir kısacası. Peygamberden de altına ve gümüşe mesafe koyan, kınayan ne varsa işittiği, her ortamda söyler. O kadar sıklıkla tekrarlar ki bunları, üçüncü halife Osman ile başı derde girer, Rebeze’ye sürülür, hatta o çölde de ölür.
Peygamberin ölümü, sembolik olarak devrimin sahipsiz kalması, kısa zaman sonra da yenilmesidir. Sonraki dört halife “Raşit halifeler” adıyla anılır ki onların toplam iktidarı otuz yıllık bir süredir. Ebu Bekir ilk halifedir, Ömer ikinci. İşler Osman döneminde karışır. Baba-oğul iki uğursuz karakterin, Ebu Sufyan’la Muaviye’nin dahil olduğu Ümeyye alt-kabilesindendir Osman. Ebu Sufyan, Muaviye ve annesi Hint Mekke fethedilinceye dek İslam düşmanıydı, Medine’deki devrimci iktidarı yıkmak için her faaliyeti bunlar örgütledi. Yenilince İslam’ı mecburen seçtiler. Tuleka deniliyordu bu yolla İslam’ı kabul edenlere. İşin tuhafı hepsi yetenekliydi. Devrim taraftarları ve kadroları alt sınıflardan, genellikle eğitimsiz, savaşçılık dışında yetenekleri sınırlı insanlardan meydana geliyordu. Ellerinden savaş araçlarını aldığınızda geriye ne kalıyordu onlardan; genellikle pek az şey. Sadakatleri harikaydı, ama buna yaslanarak devrimcilik yapma dönemi geride kalmıştı. Yıkılıştan kuruluşa geçilirken yeni evrenin gerektirdiği meziyetlerle donanmış değillerdi ve bu da önemli boşluklara yol açıyordu.
Ümeyye kabilesi bireyleri ise asırlar boyu idari görevlerde bulunmanın avantajıyla, idari görevlerde hızla yükseldiler. Devrimin en zayıf yanı buydu ve İslam peygamberinin çekirdekten devrimci kadrolarla problemi aşma çabalarının karşılık bulmadığını süreç ve sonuç analizi üzerinden söylemek mümkün. Osman devlete akrabalarını doldurup yakınlarına servet bahşetmekten çekinmedi. Ona nüfuz kazandıran halifelik konumunu kötüye kullanabiliyordu. Zevke düşkündü ayrıca. Parası çok olduğu ve bununla ne yapacağını bilmediği için dişlerini altın iplerle bağlardı. Osman’ın İslam devrimine verdiği zarar saymakla bitmez.
Şam valisi Muaviye Osman’ın kuzeni. Ebu Zer ikisiyle de karşı karşıya geldi. Şam’daki valiyi adım adım takip ve teşhir ediyordu. Muaviye saray yaptırınca Kenz ayetleri yükseliyordu Şam sokaklarından. Kimse açıktan bir şey diyemiyordu, dediklerinin iki referansı vardı zira, Kur’an ve peygamber. Fakat sinsi bir iktidar taktiğiyle, etrafındakiler korkutulup uzaklaştırıldı. Onu mahallenin delisi konumuna yerleştirmekti amaç. Yalnızlaştırmayı başardılar en azından. Yaptıklarına sempati duyanlar, başlarına bir bela gelmesin diye mescitte onunla yan yana namaz kılmaktan korkuyordu. Yalnızlığa talimliydi, aldırmadı başına gelene.
Muaviye’nin berduş ve sarhoş bir oğlu vardı: Yezid. Mekke’ye hac için giderken kervanlarına içki yükleten, Kabe’ye vardığında zilzurna sarhoş olan biriydi ki Müslüman halklar onu peygamber torunu Hüseyin’i yanındakilerle birlikte Kerbela’da katlettirmesi dolayısıyla bugün bile lanetle anar. Ebu Zer zehirli yeteneklerle donanan Muaviye’nin içki ticareti örgütlenmesine de düşmandır, yoluna taş koymaktan geri durmaz. Sonunda Ebu Zer eyersiz bir eşeğe bindirilip Medine’ye yollanır, işkence dolu bir yolculuk, ama gıkı çıkmaz. Halife Osman huzuruna çağırıp ihtar edince, yine Kenz ayetlerini okuyor, gördüğü yanlışları sırlayıp akraba kayırmacılığını yüzüne vuruyor. Bu kez Medine sokaklarından yükseliyor Kenz ayetleri. Osman baş edemeyeceğini anlayınca çöle sürme kararı alıyor. Palazlanan zenginlerden başka herkes seviyor Ebu Zer’i, karara homurdananlar var, ama kimse sürgüne mani olmak için direnmiyor. O da artık yaşlı biridir, çölde karısıyla birkaç keçisi vardır yanında. Öldüğünde yoldan gelip geçenlerce defnediyor. Devrime adanmış maceralı bir hayat böyle tamamlanıyor.
Peki ama Ebu Zer nedir?
Coşku, dürüstlük, mertlik sadakat… Evet, bunların hepsi. Güzel özellikler kuşkusuz. Ama bir de devrimi yeterince anlamayan, geliştirmeyen, bunları yapabilmek için evvela kendisini geliştirip türlü yeteneklerle donanmayan düz bir devrimcidir o. Dinin ikili yanı olduğu gerçeğini görmek istemiyor mesela. İsterse Kenz ayetlerinin yanı sıra mala, mülke, servete izin veren ayetlerle hadislerin de az olmadığını hatırlayıp muhakeme edecek, savunduğu çizginin hakim olması için çabalayacak. Genel bir ajitasyon-propagandayla değil ama, bire bir çalışmayla. Halka genel seslenişle, nutukla örgütlenilemeyeceğinin ayırdında değil. Oysa devrimin çekirdeğinde bu prensip yer alıyordu.
Ebu Zer halkçı-özgürlükçü eğilime kilitlendi, ama onu koşullara uyarlamak için farklı yollar denemedi, örgütsel faaliyet yürütmedi, rutin tekrarlarla yetinerek sahanın derinliklerini Emevi tayfasıyla onlardan nemalanmalara terk etti. Köklere, kaynaklara başvurmakla yetindi. Kirlenmemek, risk almamak, hata yapmamak için kendisi bir şey söylemeden, risk alıp fikir üretmeden, sadece eskiye, zaten söylenmiş olana başvurdu. Halife kim olursa olsun idareciliğini meşru sayması onun çıkmaz sokağıydı diğer taraftan. O dar hareket alanını kabullenerek kendisini müzmin muhalefet kapanına hapsetti. Çözüm planı var mıydı, hayır. İnandıklarını söyleyip “ruhunu kurtardı”, ama günlük hayat ve haksızlıklar şiddetlenerek sürdü. Çölde bir başına öldüğünde çoktan yenilmişti.
Tarihsel-siyasal devrimlerde türlü inisiyatiflerle halkçı damarın önü açılmaz ve devrim oraya odaklanmazsa, yenilgi kaçınılmaz hale gelir. Bir tür ikili iktidar hali gibidir bunlar, uzun süre bir arada var olamazlar. İslam devrimi azami programı küçük burjuva mülkiyet düzeni olan bir ufka sahipti ve aynı zamanda o ufukla sınırlıydı. Amacına ulaşmak için sınırları zorlamadı. Yasaklar koymadı mesela, yasa gücünü mülkiyet düzeninde kalıcı eşitlikler sağlamak doğrultusunda işlevsel kılmadı. Peygamber elindeki avucundakini, diğerlerine örnek olma gayesiyle, halka dağıtmakla yetindi. Onun bazı geceler kızı Fatma ile birlikte aç uyuduğu söylenir, söylenirken gözyaşı da dökülür, ama istisnalar bir yana, kimse öyle bir hayata meyletmez, özel mülkiyet dünyasında kurtlaşmayı daha çekici bulur veya o dünyada kurtlaşır.
Ammar bin Yasir, Ebu Zer Gıfari ve Selman-ı Farisi gibiler halkçı devrimciliğin sembolleri olarak Ali’nin tarafını tutmuş, ona güç vermeye çalışmıştır. Üçü arasında fiili örgütlenmelere girişen sadece Ammar. Halife Osman’ın adamları tarafından dövülüp kemikleri kırıldığında artık yaşlı biridir. Ancak inat merkezli “antici” muhalefet işe yaramaz. Çünkü elde biriken ganimet günden güne artmaktadır. Peygamber ve Ebu Bekir zamanında ele geçirilen servetin toplamı Müslümanlara dağıtıldığında günlük geçimi sağlamaya yetiyordu. Ömer’le birlikte İslam yayıldı. Vergi gelirleri, fey ve ganimet misliyle arttı. Bunlar artık servet aracıydı, geçim aracı değil.
Hristiyanlıkta kiliseler altın ve mal deposuna dönüşmüştü. İslam’da da hazine-beytülmal farelerin cirit attığı bir yer değil, servet ve ganimet mekanı halini aldı. Bunlara kimin el koyacağı ya da tam ifadesiyle bunlar üzerinde kimin karar sahibi olacağı etrafındaki gerilim dinsel görünümle perdelenemeyecek kadar dünyevi bir çatışmaya kaynaklık etti. Ömer katı adalet ölçüleriyle kendisini mal hırsından alıkoymayı başardı, ama Osman’la birlikte Emevi alt-kabilesi zamana yayılmış bir yumuşak darbeyle servete ve iktidara çöreklendi.
Ebu Zer’i çöle uğurlayanlardan biri Ali’dir. Pratik itiraz geliştirmediği gibi halifenin konumunu sorgulamaz, gayrimeşru işlerini eylem konusu yapmaz. Oysa Ömer, “Yanlışa saparsam beni neyle düzeltirsiniz” diye sorduğunda, cemaatten biri kılıcına davranıp “bununla” dediği için mutlu olan biriydi. Bütün samimiyetine rağmen Ebu Zer sistem içi kalmayı seçerek yenilgiyi davet etmiş oldu. Ali daha sonra Osman’la ters düştü, bir grup isyancı Osman’ı linç ederek öldürdüğünde arabuluculuk yapmaya çalıştı, ama başarılı olamadı. Osman’dan sonra halife seçildiğinde peygamberin ve ilk iki halifenin çizgisinde ilerledi, ancak hem politika sanatı yeteneklerinden mahrumdu, hem halifeliğinin erken bir aşamasında öldürüldüğü için devrimin azami programı tümüyle ortadan kalktı.
Ebu Zer ana akım İslam’ın içine yerleşen isimlerden. Bütün İslam toplumlarında etkili biri olmasının bir nedeni de bu. Ali Şeriati de ondan feyz alır, Anadolu halk İslam’ı da. Ana akımı gerici, heterodoksiyi ilerici sayma mekanizmini Ebu Zer gibi isimler bozar. Tarihe kendinde ilericilik, kendinde gericilik kategorisiyle bakmak birçok imkanı ıskalamakla sonuçlanmıştır. İncelendiğinde, ana akım İslam dahilinde özgürlükçü imkanların ve iç eleştirel mekanizmaların istisna olmadığı görülecektir diğer taraftan. Ebu Zer halkın, ezilenler dünyasının devrimcisidir. Asırlarca daha hatırlanacak, sadakati, sınırlılıkları ve hayatından çıkarılması gereken derslerle birlikte.